Havanın birdenbire çökmesini ve kasvet bürümesini ülkeyi terk ediyor oluşuma yoruyordum. Belki de kendime gitmemek için bahaneler arıyordum. Şu an olacak en ufak şeyi bile gitmemem için olduğuna sebep gösterebilirdim. Ayaklarım geri geri gitmeye müsaitlerdi. Herhangi bir bahaneye sığınabilir, her an geldiğim gibi geri dönebilir, hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edebilirdim. Şu durumda bunu her şeyden çok istiyor olsam da merakım adeta beni kamçılıyordu. Geçen hafta bir mektup gelmişti. 'Gerçeği bilmeden hayatına daha ne kadar devam edebilirsin ki? Her şeyin başladığı yere geri dön ve onunla yüzleş.'
Ne ile ya da kim ile yüzleşecektim? Beni ne bekliyordu? Bilmediğim ne vardı? Geçmişimde gizlenmiş olan sır neydi? Belki bu da babamın beni Türkiye'ye geri döndürmek için oynadığı oyunlardan biriydi fakat Anna'nın da dediği gibi bir bilinmez ile yaşayamazdım. Havaalanına gelmeden önce Anna ile uzun uzun kahvaltı yapmıştık. Daha ben uyanmadan kahvaltı hazırlamış, her zamanki neşeli ve şakıyan hali ile beni uyandırmıştı. Bu halleri beni hâlâ şaşırtmaya devam ediyordu. Her gün böyle enerji dolu olmayı nasıl başarıyordu sahiden? Erkenden uyanıp yürüyüşe çıkıyor, sabah egzersizlerini hiç aksatmadan sürdürüyordu. Bazı sabahlar uykumdan feragat edebilirsem ben de kendisine eşlik ediyordum. Evin yüz metre ilerisinde bulunan koru ormanında yürür, kuşları besler, günü erkenden selamlardı. Bu gün de değişen bir şey olmamıştı. Evi buram buram kruvasan kokusu sarmış, etraf mis gibi çikolata kokuyordu. Birkaç sene evvel kendi stüdyo dairemden ayrılıp Anna'nın yanına taşınmış ve özlem duyduğum aile ortamına, ev kokusuna bulanmıştım. Hiçbir zaman sahip olamadığım o kocaman aile hissiyatını, bana tüm dünyayı sevgiye boğabilecek kadın tattırmıştı. Asıl adı Efsun'du ama ben ona anaç tavırlarından dolayı anne kelimesini çağırıştıran anna adı ile sesleniyordum. Hiç şüphesiz bu dünyada anneliğe en çok yakışacak kadınlardan biriydi kendisi.Bir gün ansızın çıkıp gelmiş, bir melek gibi dokunmuştu hayatıma. Yaşam tecrübelerinin ona kazandırdığı anaçlık ve hâlâ içinde taşıdığı genç çekingen hanımefendi insanı büyülüyor, gerçek oluşundan şüpheye düşürüyordu. En azından bende öyle olmuştu.
Alkolün verdiği sarhoşluk ile sabah gözümü açıp ayılabilene kadar onu bir sanrı zannetmiştim. O sabah dahi gözlerimin içine bugünkü gibi sıcacık bakışları ile bakmış, adeta bakışları ile sarıp sarmalamıştı. Sıcak çikolatayı andıran gözlere ve karamel buklelere sahipti. Göz ardı edilemeyecek bir güzelliği vardı.
Gözlerime korku ve kaygı, aynı zamanda saf sevgi ile bakarak iyi olup olmadığımı sormuştu. Birinden bu soruyu duymayalı ne kadar zaman olmuştu sahi? En son ne zaman ve kim sormuştu hatırlamıyordum, çok uzak bir tarih gibi geliyordu. Öyle yıkılmaz bir imaj çizmiştim ki herkes benim her daim iyi olduğuma inanmıştı. Umay asla yıkılmazdı. Böyle bilmelerini ben istemiştim, tüm bunlar benim eserimdi. Bugün olduğum kadına bürünmemde benim kadar babamın da payı vardı. Bu kadını ben tek başıma var etmemiştim. Güçlü olmak her daim dik durmaktı. Asla yılmayan, yıkılmayan; düşsün diye bekleyenlere inat bir öncekinden daha güçlü kalkan. Güçlü olan kazanırdı. Ben de öyle yapmıştım, öyle yapmak zorunda bırakılmıştım... Düştüysem ayaklarımı daha sağlam basmıştım. Düştüğüm anı kollayan insanlara bu zevki yaşatmamıştım, tıpkı babam gibi. Onunla asla gurur duymadım. Hayatımın hiçbir evresinde onun gibi bir insan olmak istememiş ve buna ant içmiştim. Tek bir konu hariç; insanlara karşı yıkılmaz gözükmek. Babamdan öğrendiğim, işime yarayan belki de tek doğru şeydi.
Yüzümdeki afallamış ifadeyi görmüştü. Aklımdan neler geçtiğini bilmek istercesine bakıyordu fakat hiç bozuntuya vermemişti. "Ilık bir duş almak ister misin tatlım?" dedi.
Onu başımla onaylamıştım. Ardından kendisini takip edip üst katta bulunan odalardan birine doğru ilerlemiştim. Odanın kapısını açarak içeri girmiştik. Dolaptan bir havlu ve bornoz çıkarıp bana uzatmış, ardından güven vermek istercesine gülümseyerek odadan ayrılmıştı. Üzerimde bulunan kıyafetlerden kurtularak suyun altına girdim. Geçirdiğim o berbat gecenin üzerimde bıraktığı hislerden adeta kaynar derecede olan su ve köpük ile arınmış, kıpkırmızı bir vücutla bornoza sarılı halde çıkmıştım. Banyonun içi buhardan görünmez hale gelmişti. Aynanın karşısına geçmiş ve buhardan nasibini alan aynayı elimle temizleyerek adeta enkazı andıran halim ile yüzleşmiştim. Kötü görünüyordum. Az evvelki tanımadığım kadının bana neden öyle baktığını daha iyi anlamıştım. Odaya girdiğimde yatağın üzerinde beyaz düz t-shirt ve yeşil tayt bulunuyordu. Onları üzerime geçirip saçlarımı dağınık bırakarak odadan ayrılmıştım. Merdivenlere yönelirken aklımı kurcalayan sorulara kulak verdim. Benim burada ne işim vardı? Nasıl buraya gelmiştim? Bu kadın da kimdi ve beni neden buraya getirmişti? Daha önce tanışıyor muyduk? Tanışıyor olsak hatılardım diye geçirmiştim içimden, gerçi hafızamda ciddi boşluklar vardı nasıl hatırlayacaksam!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞE GÖMÜLÜ
Teen FictionKapanmayan hesaplar, çözülmeyen düğümler, gelen bir mektup üzerine değişen dengeler... Sahiden bilinmezlik ile ne kadar yaşanabilirdi? Gelen bu mektup geçmişin hesabını görmek için yeterli bir sebep miydi?Peki yıllar sonra ortaya çıkan bu sırrın al...