ilk ve son.

210 21 0
                                    

şimdi sevdiğinin bedeni kollarındaydı işte, zamanın çok az kaldığını biliyordu.

o ölüyordu, ve ben durduramazdım.

ağzının köşesinden akan kanı temizledim ağlarken, ölürken iyi görünmek istediğini söylerdi hep.

-ellerimi tut ji, üşüyorum.

geçecek demek istedim, keşke diyebilseydim minho. keşke gitmesen. hıçkırıklarımı bastırıp sadece seni sevdiğimi söyleyebilirdim bu saatten sonra. fısıldayacağım. sadece sen duyacaksın minho.
seni çok seviyorum minho, çok.

-beni dinle jisung, benim gideceğim belliydi, bunu defalarca konuştuk değil mi güzelim? sarı çiçekler hep ölümü hatırlatır derdin bana, tamda bu çiçeklerin önünde ölmem hoş bir tesadüf olacak. bu çiçekten bahçemize diker misin jisung?
-yapacağım minho, söz yapacağım.
kalbim milyon parçaya bölünürken ölen sevgilime söz vermek yapabileceğim en iyi şeydi sanırım.

sevginin nasıl bir duygu olduğunu umarım biliyorsunuzdur. birini sevdiğinizde sadece ondan uzaklaşma fikri bile karnınızı kurşunlanmışçasına delik deşik eder. öyle ki onun ölümü ve acısını düşünmek bile ağır gelir kimine.

ben bir yıldır sevdiğimin acısını ve ölüşünü gördüm, her gün dahada güçsüzleşmesini izledim.
dans ederken düştüğü gün ben oradaydım. en sevdiğim şarkıda bir kuğu misali kayar gibi dans ederken düştüğünde ben oradaydım. doktoru öleceğini söylediğinde yüzünü ben izledim.
o kadar parçalandım ki,
bazen sadece gözlerimden yaşlar boşanıyor ve acısını ben alabilmeyi istiyorum yıllarca reddettiğim envai çeşit tanrılardan.

hoş, tanrılar kibirlidir
merhamet etmiyorlar aşka.

tekrar kafamı kaldırdım, çok güzeldi, zayıflamıştı, saçları gitmişti, gözleri çökmüştü ve şu an kanıyordu ama yeminler ederim, şu an güzelliğiyle beni öldürüyordu.
belki kafeinden, belki ilaçlardan, belki ölümden korkuyordum. ama tir tir titriyorum ve temiz sayfam ölüyor. canım yanıyor.

ölürken bile beni acıtıyordu minho.

-ji, şarkımızı söyler misin?

hıçkırarak başladı jisung, minho boğukça öksürürken.

-whispered something in your ear,
it was a perverted thing to say
but I said it anyway.
made you smile and look away.

nothing's gonna hurt you, baby
as long as you're with me, you'll be just fine
nothing's gonna hurt you, baby
nothing's gonna take you from my side

minho'nun gözleri kapanıyordu, son kez bakmaya çalışıyordu sevdiğine, ölüm meleklerine yalvarıyor, cennet ve cehennemini ortaya koyuyordu jisung için.

jisung ise hayatını, gözyaşlarını ve belki nefeslerini.
boğuk, çatallı sesine ve göğsünde sıkışan nefesine rağmen devam etti.

when we dance in my living room
to that silly '90s R&B
when we have a drink or three
always ends in a hazy shower scene

minho jisung'a baktı, elleri kaydı ellerinden son kez, nefesi ağırlaştı,
bir kez aldı, verdi. yıldızları sönüyordu ve jisung'un çok başı dönmeye başlamıştı.

-seni çok seviyorum ji, lütfen kendine iyi bak.

jisung ağzını açamadan şarkının kalan satırları döküldü dudaklarından,

nothing's gonna hurt you, baby.

jisung için hayat bitmişti.
minho ile anıları kalmıştı sadece.
mutfağında ona yemek yapan adam, kedileriyle oynayan, dans ederek mutlu olan adam gitmişti.
sevdiği adam soğuktu.
sevdiği adam artık yoktu.
delirdi jisung.
başka ne yapılırdı ki.
bütün duygularını verdiği adamı, ondan almışlardı. bir avuç zehir.
saatlerce süren kemo.
hiçbir şey mi yaramamıştı sevdiğini kurtarmaya?
insanları öldürmek bu kadar kolaydı işte.

hiçbir şeyin onu acıtamayacağını söyleyen adamın son sözlerine inat, kendini acıttı jisung.
bir zamanlar sevdiğinin öptüğü bilekleri kırmızıya boyandı.
o'nun kıyafetlerinde öldü.
kimse bulamadı onu.
bulunmakta istemedi.
ruhu minho'nun yanına uçtu.
iki sevgili kıyamet gelene kadar dans ettiler boş kalan harabe evlerinde.

nothing's gonna hurt you, babe [minsung] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin