Kapının yumruklanmasını umursamamaya çalışarak elimde ki kamerayı çalışma masasına sabitledim. Hemen karşısında ki krem rengi, tekli koltuğa oturdum. Ellerim ve ayaklarım zangır zangır titriyor, göz yaşlarımı dindiremiyordum. Anladığım için gözlerimi kırpmak acı veriyordu. Hoş, zaten şuan yaptığım ve yapacağım herşey acı verecekti.
Derin bir nefes alıp gözlerimi karşımda duran kameraya diktim. Hıçkırıklar eşliğinde;"Bağlanmak... Bu kelimeyi o dört salaktan öğrendim. Belki de bir çok kelimeyi daha. Ama sorun ne biliyor musunuz, sadece bir kelime oyunu kurallarına göre oynamıyor; Unutmak...
Belki de bir son vermeliyim. Nefesime, her zerreme... Başka şansım yok. Ben, hayatın çöpe attığı karalanmış bir kağıt parçasından ibaretim. Sol yanımdaki varlık ise durmaya mecbur artık. Sahi, bence başından beri çalıştığı kabâhât.
Pes ettim. Çekildim. Korktum. Ağladım. Nefret ettim. Acı çektim. Ve şimdide kaybolacağım. Fark edilmeden, gizlice çekip gideceğim. Kimse anlamayacak.
Hafif bir acı, sadece bir kaç saniye.
En azından yıllarca çektiğim acıdan daha az acıyacak. Bu zamana kadar, cesurca aynaya bile bakamayan ben, şimdi kendi hayatıma son vereceğim. Hah, komik! Ama bu gülünç halim bile, beni sadece ağlatıyor. Aynı elinden şekeri alınmış küçük bir kız çocuğu gibi. Fakat küçük kızın eline şekeri geri verdiğinizde, ağlamayı keser ve sırıtır. Ama hayat bana bir şekeri çok gördü. Gülmemi, mutlu olmamı koca bir yük sandı. On dört yaşımda uykuya daldım. Herşeyi verebileceğim dört kişi ise rüyalarım oldu. Ve uyandım. On sekiz yaşıma geldim. Rüya sandığım bu salak kâbustan uyandım. Tam tamına dört yıl. Dört yıl boyunca hiç durmadan hâyal kurdum. Boş ve anlamsız hâyaller. Hayatımı mahvedebileceklerini hiç düşünmeden o dört kişiye bağlandım. Bu bambaşka bir sevgiydi. Bambaşka...
Sonuçlarının çok ağır olacağı şeyler yaptım. Aptalca bir hayal için. Onlara dokunabileceğimi, sarılabileceğimi, doya doya izleyebileceğimi sandım. Hay, aksi! Ama bakın şuan burada oturmuş, intiharımdan önce nutuk tutuyorum.Yabancıyım. Hep yabancıydım. Uzağım. Kilometrelerce uzaktım. Ölüyüm. Onların gözünde bir ruh gibiyim. Ve ruhlar gözükemezler."
Bakışlarım elime kaydı. Ağladığım için fark etmemiştim. Fakat elimdeki uğursuz sıvı bileğime doğru yol almıştı.
Elimde ki kırık ayna parçası yere düştü. Düştükten sonra ki çıkardığı o kısık ve tok ses, beynimde uğultuların çıkmasına sebep oldu.Evet. Bunu yapacaktım. Bunu yapmalıyım. Başka çözüm yolu yoktu. Olamazdı. Sadece tek bir çıkış vardı, tek bir yol. Unutacağım anılardan, üzüleceğimi bilerek yaşayacağım bu hayattan tek bir kaçışım vardı.
Hızla yere doğrularak kırık ayna parçasını, canımı acıtmasını düşünmeden elime aldım. Ve son bir kez kameraya dönerek, çaresizliğimi belirten o sözcükleri söyledim;
"Özür dilerim..."Arkadaşlar, lütfen hikayeyi okurken tarihlere dikkat edin. Yoksa bir şey anlayamssınız. :) :* :*
Okuduğunuz için teşekkürler.