YOL
Her şey marşa basıp, on dört tekerlekli tırın ağır ağır hareketlenmesiyle başladı. Yükünü sarmış, yola çıkmıştı. Havanın ayazı, servileri, söğütleri buza kesmiş, kış yapraksız dallarını beyaza bürümüştü. Solda uzanan karlarla kaplı ovayla, sağda kalmış beyazlara boğulmuş karlı dağlar arasında simsiyah bir şerit gibi uzanan, ikişer şeritli duble yol koca kamyonu, sürücüsünü ve sürücüsünün yüreğindekileri, düşüncelerindekileri almış götürüyordu. Kapkara asfalta çizilmiş sapsarı yol şeridi, dil gibi uzanan yolu ikiye ayırıyor, hızla geçen küçük araçlara kılavuzluk ediyordu.
Mehmet, bir yandan direksiyonu tutup yolu gözlüyor, bir yandan da dinlediği müziğe eşlik ediyordu. Açılmış alnı, ağarmış şakakları, kalın siyah kaşları ve kırlaşmış kısa sakallarıyla aracıyla bütünleşmiş, otuz yıldır yaptığı gibi yine bir uzun yolculuğa başlamıştı. Tertemiz ütülü mavi gömleğinin altından bembeyaz bisiklet yaka fanilası görülüyordu. Dikiz aynasını kontrol ederken kendi kendine söylendi, '' İşte geldik, işte gidiyoruz. Bu yollar bitmez.'' derken, lapa lapa yağan karlar arasından mavi zeminli, beyaz yazılar yazılmış, karların kapatmaya çalıştığı yol levhasını gördü. 'Hedefe daha çok var lakin yolculuk ne zaman biter bilinmez.' dedi.
Çekicisiyle, dorsesiyle kıpkırmızı kamyon, kar yağışlı yolda bütün farlarını yakmış, sarı çizgilerle bölünmüş, simsiyah asfalta yapışmış gidiyordu. İçeride türküler çalıyor, Mehmet kah eşlik ediyor kah duygulanıp gözleri buğulanıyordu. Sekiz kardeşin en küçüğü olduğunu düşünüp çocukluğunu hatırladı. Karların aylarca kapattığı bir köyde yaşamanın zorluklarını, kış gecelerinde sobanın etrafına dizilip yüzlerinin kızarana kadar oturmalarını, damlardaki karların atılmasını, ev yolunun açılmasını, kar eritip su elde etmelerini, hayvanların bakımını, hastalıklarla uğraşıp çaresiz kalışlarını, doktora, hastaneye ulaşamayıp hayatını kaybedenleri bir bir hatırladı. Babasını düşündü; çocuklarının yaşlarını büyük yazdırıp bir an önce askere gidip gelmelerini sağladığını, ardından everip çoluğa çocuğa karıştırdığını, bir an önce düzenlerini kurmalarını istediğini düşündü. ''Yapacağımız başka bir şey yoktu be Mehmet'' diye, kendi kendine konuştu. ' Ya okuyacaktık ya da çalışıp iş sahibi olacaktık. İkisi de zordu. Okumaya ulaşmak da bir iş sahibi olmak da imkansız gibiydi.' Yolun ön ve arkasını kontrol edip, ''Çok şükür bugünlerimize'' diyerek, biraz gaza bastı. Yokuş çıkıyordu. Her tarafı kaplayan kar, göz alıyor, görüşü zorlaştırıyordu. Kızların odası vardı. Onlar okumaya daha heveslilerdi. Altı erkek ise aynı odada yere serilen yer yataklarında yatar, ne iş yapıp nasıl para kazanacaklarının hesaplarını yaparlardı. Anneleri, sekiz çocuğu tavuk gibi güder sekizini de birbirinden ayırt etmezdi. Yol uzayıp gidiyor, yerleşim yerlerinden geçerken gördüğü karlar altında kalmış küçük yapılar ona geçmişini hatırlatıyordu.
Kardeşi Yusuf'un, askere uğurlanışı, elinin kınalanışı, davul zurnaların çalışı, arkadaşları tarafından havalara fırlatılışı geldi gözlerinin önüne. Onu, askerden al bayrağa sarılı bir tabutla gelişi izledi. Gözleri nemlendi. Ülkeyi bölmek isteyen teröristlere karşı Çekiç Harekatı düzenlenmişti. O görev döneminde bölgede nöbet değişimi yapılacak; nöbet yerlerine götürülen askerlere, mezrada pusuya yatan teröristler ateş açıyorlar. Araçlarını ve askerleri delik deşik ediyorlar. Bunlardan biri de Yusuf'tu. Damdan dama gerilen iplere asılan koca bayrak günlerce dalgalanıp durmuş, acıya dayanamayan anne, daha bayrak indirilmeden hayatını kaybetmişti. Babası da bu iki acıya katlanamamış, yedi ay sonra da o vefat etmişti. Hayat yol gibiydi; Hangi virajda neyle karşılaşacağın belli değildi.
Karlarla kaplı doğada virajlı bir yokuşu tırmanan kırmızı tır, sisler altında kalmış beyazlar altındaki çamlık alanlara el sallayarak geçiyordu. Ömürde, yol gibi değil miydi? İnişli çıkışlı yollardan ilerleyerek geçiyordu. Mehmet, arabasını okşar gibi direksiyonu okşadı. Karısını düşündü; ilk görüşte ''Ben bu kızla evleneceğim.'' demesini, çıkarılan zorluklarla mücadele edip, bir yıl içerisinde evlenmesini, kendisine verdiği iki kız evladını, eşinin onlara hem annelik hem de babalık yapmasını düşündü. ' Şükürler olsun.' dedi. Kızlardan büyük olanı evlenmiş ve hamileydi. Küçük öğretmen olmuş, yıllardır atama bekliyordu. Yol gidiyor, araç gidiyordu. Bir hevesle başladığı bu mesleği zamanla ekmek teknesi haline getirmiş, yıllar geçtikten sonra da bırakmak istemişse de bu kez de zorunluluktan yapmaya devam etmişti. Bırakma şansı yoktu çünkü masraflar azalmıyor yıldan yıla artıyordu. Bu değirmene bir su gerekti. O su da Mehmet'ti.
Kırmızı tır karlarla beyazlara bürünmüş doğanın içerisinden süzülerek akıp giderken, radyoda bir türkü çalıyordu; ''Yollar seni gide gide usandım/ Ayağıma diken battı gül sandım'' Mehmet, gaza dokundu. Koca araç, şöyle bir silkinip öne doğru atılırken o da türküye eşlik etmeye başlamadan önce '' Ah derttaşım ah! ''diye, direksiyona vurdu. Bu yollarda neler görmüş, neler yaşamıştı. Yüksek lisansını sanki bu yollarda yapmıştı. Dışarıda kar yağmaya devam ediyor bir yandan da esen rüzgar kar tanelerini alıp alıp oraya buraya savuruyordu. Dikiz aynasını kontrol etti. Yol boştu. Bu kış koşullarında zorunlu olmayan yola çıkmazdı. Karşıdan, selektör yaparak gelen bir meslektaşına aynı şekilde karşılık vererek selamlaştı. Telefonu çaldı. Arayan Ayşe'si idi. Çocuklarının hem anası hem babasıydı. Gözleri mutlulukla birazcık da endişeyle kısıldı. Basıp düğmeye, eller serbest konuşmaya başladı.
'' Efendim, Ayşe'm. Kötü bir şey yok inşallah?''
'' Yok Mehmet'im yok, şükür. Her şey normal, yalnız...''
'' Hayırdır, yalnız ne Ayşe'm?''
'' Bırakmıyorsun ki söyleyeyim Mehmet.''
'' De hadi söyle o zaman.''
''Dede oldun Mehmet, dede oldun.''
''Ne diyorsun sen, Ayşe. Yoksa...''
'' Evet Mehmet'im, kızımız nur topu gibi bir erkek evladı dünyaya getirdi.''
'' Allah'ım, şükürler olsun.''
''Tebrik ederim, Mehmet dede.''
'' Ben de seni tebrik ederim, anneanne.''
'' Bu yol biter mi şimdi? Ayşe'm, biter mi?''
'' Aman dikkat et taze dede. Yolun açık olsun. Torunun Mehmet seni bekliyor.''
Simsiyah yol, bembeyaz karlar arasında uzayıp giderken, kırmızı tırın sürücüsü, yüreği sevinç dolu, gözlerinden akan sevinç damlalarına aldırmayarak, direksiyonunu okşayıp keyifle gaza bastı. Mehmet'i, onu bekliyordu.