Kemal, atının eğerinden tuttu. Elini yumruk yapıp içine biriken tüm öfkeyi tırnaklarını eline batırarak çıkarmaya çalıştı. Yerde, kanlar içinde, vatanı uğruna can veren ana kuzularına yüreği yanarak bir kez daha baktı. Kan çanağına dönmüş gözlerinin dolduğunu hissettiğinde rengini gökyüzünden almış gözlerini kapatıp gökyüzünden süzülen yağmur damlaları gibi akan gözyaşının yanaklarından süzülüp çenesine kadar inmesine, oradan da uğruna binlerce şehit verilen vatanının topraklarına buluşmasına izin verdi. Kemal, atından indi. Tüm yol boyunca yere uzanmış erlerine baktı. Yumruk yaptığı elini daha da sıkarak içindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı. Derin nefesler alıp verdi. Kasılan bacak kaslarını hafifçe hareket ettirip ilerlemeye başladı. On beşine henüz girmiş olan şehitler, sakalları yeni yeni çıkmaya başlamış olan ama yüzüne vurmuş isten görünmeyen, canını hiçe saymış kınalı kuzular, sevdalılarını gözü yaşlı arkada bırakıp savaş meydanına gelen kendi küçük ama koca yürekli Türk askeri...
Yakınlarda gelen bomba sesleri kulaklarını tırmalıyordu. Kemal, ilerlemeye ağır ve sert adımlarla devam etti. "Bastığım bu topraklar uğruna can veren Türk askerleri..." Sesinin titrediğini fark edip yutkundu. "Kanınız yerde kalmayacak. Söz veriyorum!" Başını sola çevirdiğinde boğazının düğümlendiğini hissetti. O kadar ağırdı ki bu yaşadığı, yutkunamadı.
Yerde, kan gölünün içinde; çocuklarını savaş meydanına yalnız göndermeyen, vatanının bir karış toprağı uğruna gözünü kırpmadan can veren Türk kadınlarına baktı.
"Savaş meydanında korkusuzca savaşıp çocuklarına, eşlerine destek olan," sağ dizinin üstüne çöktü. Elini nemli toprağın üstünde gezdirdi. İsten kararmış, yara bere içinde ki avuçlarının içine gelecekteki Türk neslinin özgürce yaşayabilmeleri uğruna bugün, bu savaş meydanında binlerce can verilen, kıymetli topraktan aldı. Avuçlarının arasındaki nemli toprağa baktı. Bir süre sonra avucunu kapatıp yumruk yaptığı elini kalbine doğru götürdü.
"Sevdalandığı adamı yalnız bırakmayan, henüz nişanlanmış ya da henüz evlat sahibi olacak on tesisindeki genç kadınlar..." Kelimeler boğazında düğümlenmişti sanki. Boğazının tam ortasında bir engel varmış da kelimeler o engeli aşamıyormuş gibi hissetti Kemal.
"Kanınız yerde kalmayacak. Söz veriyorum!" Ayağa kalktı. Yumruk yaptığı elini yavaş yavaş açarak toprağın ellerinin arasından kayıp gitmesine izin verdi. Hızlı adımlarla atına doğru ilerledi. Eğerinden destek alıp atına bindi. Atını mahmuzlayıp yüreğini yakan savaş meydanından sözünü tutacağına and içerek uzaklaştı.
🌹🌹🌹
Allah'ın bana bu evladı vatanı kurtarmak için gönderdiğini inanıyorum. -Zübeyde Hanım-
Bir anne bir evlat,
Bir evlat bir millet doğurdu.Çankaya'da ki bağ evinin kendine ayrılan odasında pencerenin önünde oturmuş, başında beyaz örtüsü, telli gözlükleri, elinde küçük bir Kur'an'da En'am suresini okuyordu. Kapı vuruldu ama cevap beklemeden hemen açıldı ve Mustafa Kemal içeri girdi.
"Anacığım, içeri girebilir miyim?" dedi keyifli, hayat dolu, muzip sesiyle. Yerinden kalkmaya çabalayan Zübeyde Hanım kaşlarını çatarak "Girdin zaten." dedi sonra ekledi. "Gel a ve çocuk! Gün doğumundan beri beklerim gelesin. Beklerim gelesin."
Mustafa Kemal, elini annesinin omzuna sıcak bir sevgi saygıyla attı. Öbür eliyle annesinin elini öptü ve başına koydu. "Estağfurullah anne. Lütfen rahatsız olma. Ben oturmayacağım. Dışarda arkadaşlar var. Müsaadenle seni görüp sonra hemen onlarla birlikte çıkmam lazım. Bazı işlerimiz..." Zübeyde Hanım elini oğlunun yanaklarına koydu.
"Nereye gidersin böyle akşam akşam? Dur durak yok mu benim Mustafa'ma?"
"Bir çay davetine gidiyoruz. Uzarsa, geç kalabilirim. Gece belki de gelmem. Sakın beni merak etme. Vakitlice yat, olur mu?"
"Hayra git çakırım!" Zübeyde oğlunu ince ince süzdü. Söylediklerine inanmıyormış gibi ona baktı. "Çay davetine öyle mi? Bu üniformayla mı? Bu çizmelerle mi oğlum?" Çaresiz kalan Başkumandan gözlerini kaçırdı. "Anne..." dedi.
"Bu çay ziyareti değil Mustafa'm!" dedi Zübeyde. Mustafa annesinin ellerinden sımsıkı tuttu.
"Anne, lütfen. Müsaadenle. Arkadaşları bekletmeyeyim." Zübeyde Hanım başını salladı. "Allah'a emanet ol canım." dedi. "Bir isteğin var mıydı?" "Yok Mustafa'm. Çakır'ın! Hayra karşı git... Allah'a emanet ol. Ne diyeyim?"
Mustafa Kemal odadan çıkınca Zübeyde Hanım ağlamaya başladı. Oğlu çay davetine falan gitmiyordu. Ama her zaman olduğu gibi bu sefer de nereye gittiğini söylemek istememişti.
...
Mustafa Kemal'in emir eri Ali Çavuş içeri girdi "Beni emretmişsin anne."
"Oğlum nerde Ali? Mustafa'm nereye gider?" Ali başını önüne eğdi. "Çaya gitti anne. Çay davetine. Sana da öyle dedi ya." Zübeyde bunların hiçbirine inanmadı. Başını iki yana salladı. "Adi! A ben bilmez miyim nereye gitmiştir oğlum? Anayım ben! Cepheye gitti. Yüreğim öyle der. Ama o nere gittiğini kimsenin bilmesini istemez." Yanında duran mektubu alıp Ali'ye uzattı. "İşte bunun için Mustafa'ma yazdığım mektup." Ali şaşkın şaşkın Zübeyde Hanım'a baktı. "Yazdın mı?" Zübeyde Hanım başını salladı. Gözlüğünü düzeltip yazdıklarını okumaya başladı.
"Mustafa'm bilirim gelmeyeceksin. 'Çay davetine gidiyorum,' dedin. Ama molla annen nereye gittiğini bilir. Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin. Bil! Ve de Mustafa'm zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim."
•
Bu yazı tesadüf eseri karşıma çıktı. Okurken gerçekten çok duygulandım. Bazı cümleler o kadar devrik ve düzensiz yazılmıştı ki okurken anlamam çok zor oldu ama konusunu çok beğendiğim için düzenlemeler yapıp sizinle de paylaşmak istedim. Beğendiyseniz ne mutlu bana 🥰 Oy verip yorum yapmayı unutmayın ⭐
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EMANET
Short Story• Bir İtalyan radyosunun Mustafa Kemal Atatürk öldüğü gün yaptığı yayın; "Sezar, İskender, Napoyon ayağa kalkın; büyüğünüz geliyor." 🥀 • Babasını kaybettiğinde Langaza'da kendisine sığınacak bir barınak yapan yetim çocuk halkına sığınabilecek bir...