tell me does he know

1.4K 138 74
                                    

Yıkım yaşadım, demek kolaydı. Ayırt edici olan ise gerçekten yıkım yaşamış insanların bunu açıkça belirtmemesiydi. Birçok insan dökülen kahvesine üzülür, gününü kötü geçirdiği için tanrısına lanetler okurdu. Bazıları kopan protez tırnağı için saatlerce ağlayabilecek potansiyele sahipti. Peki ya ben? Gözlerim dolu dolu önümdeki ağacı izlerken hiçbir şey düşünemiyordum.

Yıkım, neydi? Nasıl yaşanırdı? Şu an içinde bulunduğum durum, beni bu denli yıpratırken buna yıkım diyebilir miydim?

Kucağında başka bir erkeği görmüştüm az önce. Şehirden uzak, tatil yapmak için aldığımız evimize başka birini getirdiğini öğrenmiştim. Boğazımdaki acı tadın sebebini merak ettim ve biricik eşimin beni neden aldattığını da. Verandanın ahşap merdivenlerinden destek alıp ayaklandığımda başım dönmüştü. Umursamadım. Arabaya gidene kadar dünya dönmeye devam etti ve ben sürücü koltuğunun kapısını açamadan yere istifra etmiştim.

Belki de ona artık bu hissi yaşatıyordum. Mide bulantısı. Her eve gelişinde yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi hatırladım. Direksiyondaki ellerim sıkılaştı. Gözyaşı akıtamıyordum. Çok üzülmüştüm, yıkılmıştım. Peki neden ağlayamıyordum? Belki de yetersiz olduğumu çoktan kabullenmiştim. Arabanın içinde yankılanan sesle irkildim. Soğuk parmaklarım telefonumu kavrayıp kulağıma yönlendirdi.

"Efendim?"

"Sevgilim, neredesin?"

"İş yerinden çıktım şimdi," derken sesim düzdü. Direksiyonu sağa kırıp şehre bağlı otoyola çıktım. "Bu akşam geç kalacağımı söylemek için aradım. Namjoon ile birkaç kadeh içeceğiz." Ona Namjoon Fransa'ya gitti diyemedim. Yalan söylediğini anladığımı, beni aldattığını bildiğimi söyleyemedim. Yapabildiğim tek şey onaylayan mırıltılar çıkartmak olmuştu. "Sen de evde tek kalma, annemlere geç istersen."

"Tabii, onlara giderim."

"Görüşürüz, kapatmam gerek."

Dıt.. Dıt.. Dıt..

Elimdeki telefonu yan koltuğa fırlattım. Kanımın öfkeyle kaynadığını aynı zamanda da kalbimin sıkıştığını hissediyordum. İhanetin tadı tuzluydu, bir damla gözyaşı kadar tuzluydu. Jeongguk'un beni aldatacağını asla düşünmezdim, ihtimal vermezdim. Biz tüm ön yargıları birlikte aşmış bir çifttik çünkü. Aramızdaki bağ basit değildi, hatta çoğu evli çiftin arasındaki bağ bizimkine kıyasla çok basit kalırdı. "Lanet olsun." Hıçkırığımı tutmaya çalıştım ama boşunaydı bu çabam. Dudaklarımın arasından kaçan feryat, direksiyonu sıkıca kavramaktan bembeyaz olmuş ellerim, sürekli kasılan karnımla bitik bir durumdaydım. Tükenmiştim.

Şehre vardığımda akşam olmak üzereydi. Başım dönüyordu, gözlerim yanıyordu yol boyunca birkaç kez direksiyon hakimiyetimi kaybetmiştim. Şehrin girişindeki ilk hastanenin aciline arabamı park ettim. Arabadan inerken bacaklarım titriyordu. Nitekim beni taşıyamadılar, yere yığılmadan önce dudaklarımdan dökülen cümleye ben bile şaşırmıştım.

"Lütfen burada olduğumu kimseye söylemeyin."

Uyandığımda saat sabahın altısıydı.

Kendime gelmem uzun sürmüştü. Kolumdaki bitmek üzere olan serumun kablosunu çekiştirip doğrulmaya çalışmıştım. Baldırlarımda hissettiğim ufak ağrı, tekrar yatmama sebep olmuştu. Yarım saat sonra oldukça bakımlı bir hemşire geldi. Kolumdaki serumu çıkartmadan önce titreyen dudaklarla bana gülümsemişti. "Günaydın efendim." Yakasındaki armaya baktım.

tell me does he know- | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin