2

209 26 19
                                    

Tam üç hafta. Onu en kalabalık sokakta bile tek bakışta görmem tam üç haftamı almıştı. O geceden sonra -kapısını çaldığım ama açmadığı- aramızda bir soğukluk oluşmuştu oysa o gece aramızda soğukluk olmasın diye onun kapısını çalmıştım.

Birbirimizi gördüğümüzde verdiğimiz baş selamı dışında bir iletişimimiz olmuyordu. Birkaç defa sırf konuşmak için kapısını çalıp şekerim bitti yalanını uydurmuştum. O da bana şeker tüketmediğini söylemişti. İşte üç hafta boyunca kurduğumuz en uzun diyalog buydu.

Buradayken bir gurursuzu oynamak daha kolaydı. Burada kalıcı değildim. Kendime bir hikâye bulduğum ve yaşadığım an buradan ayrılacaktım. Bir şeye bağlanmamam gerektiğini çoktan öğrenmiştim ama ilk günümde nedensizce Jungkook'a bağlı olmak istemiştim.

Çevreye yaydığı korkunç havadan mı yoksa hakkında hiçbir şey bilmediğim için onu merak ettiğimden midir nedir onun her hareketini inceliyordum. Şimdi ise bir kitap kafede oturmuş hızlı hızlı okuma kitabının sayfalarını çeviriyordu.

Yanına gitmek istiyordum. Onun beni istemediğini biliyordum ama kendime engel olamıyordum. Onun şeytan tüyü bir kere yapışmıştı üzerime. Ellerimi kot ceketimin ceplerine sokup ona doğru birkaç adım atım.

Gerçekten o kadar güzeldi ki aramızda olan metrelere karşı ben onun sigarasını tutan kemikli ellerini betimleyecek bir cümleye başlayamıyordum bile. Kelimelerim tükeniyordu ve üç haftalık bir adamın bana bunları yaptırdığı düşüncesi içimi yiyip bitiriyordu.

Tanrım, o sigarasının külünü bile yere atmayacak kadar düşünceli ama beni tek bir kelimesiyle kıracak kadar düşüncesizdi.

Bir elimi cebimden çıkartıp omzuma astığım bez çantamı düzelttim. Onunla orada karşılaşmış gibi yapabilirdim. Hatta yanından geçerken telefonuma bakar ve hemen yanındaki masaya sırtım ona dönük şekilde oturdum o da bana "Taehyung?" der ve üç haftanın hasretini tek bir kelime bitirirdi. Ben yazılarımı düzenlerken beni bekler sonrasında beraber yürür belki o banka tekrar otururduk, güzel duygularla.

Aklımdan geçeni harfiyen yaptım ama kurduğum düş gerçekleşmedi. Zaten ne olmasını beklemiştim ki?

Arkam ona dönük olduğu için ne yaptığını da göremiyordum. Garsona seslenme bahanesiyle hafifçe arkamı döndüm. Gözlerimiz kesiştiğinde artık bir aklım yoktu. Ne diyecektim ben şimdi mantığıma?

Jungkook tedirgince olduğu yerde sıçradı ve hızlı hareketlerle önündeki kitabı kapattı. Arkasını dönüp çantasını, astığı sandalyeden alırken dirseği sipariş ettiği içeceğine çarptı ve her şey o kadar hızlı ilerledi ki takip etmek için gözlerimi bir sağa bir sola ilerletiyordum.

Portakal suyu olduğu gibi masanın üstüne dökülmüştü. Bardak da sesli bir şekilde masada yuvarlanıp yere düşüp paramparça olmuştu. Hemen büyük parçaları toplamak için eğildiğimde benimle beraber bir çift el daha vardı.

Panikten hızlı davranıyordu, elini kesecekti. Klişeleri sevmezdim ve onun da canı acısın istemezdim ama o an eli ufakta olsa kesilse ve kemikli ellerini ellerim arasına alabilsem diye düşünmeden edemedim.

"Sakin ol, Jungkook." Diye fısıldadım ama daha çok kalbime söylüyordum bunu sadece adını da eklemek istemiştim.

Jungkook da sanki bu anı bekliyormuş gibi ağzından bir 'zut' kelimesi çıktı. Ve tabii ki ben de bu anı bekliyordum ki hemen kesilen elini iki elim arasına aldım. Onun geri çekileceğini biliyordum bu yüzden ekstra sıkı tutuyordum ellerini. "Lütfen sakinleş." Dedim onu kendi masama oturturken. Jungkook hiçbir şey demeden öylece kırık cam parçalarına bakıyordu.

the killing of shy oneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin