Uzaklığın en büyük yaraydı.

418 37 53
                                    


Olaylar genel olarak anime/manga ile alakasız, kafaya takmayın. Gene de, spoiler içerdiğini söyleyeyim. Ona göre okuyun lütfen.

Bu kitabı, artık yanında olmayan sevdiklerini özleyenlere ithaf ediyorum, umarım onları tekrar görebilirsiniz :)

~~~~

"Hiç anlatmadım sana oysa,
Daha çok hikayemiz vardı.
O gece sormuştun ya bana,
Uzaklığın en büyük yaraydı."

[ Yara - Kalben ]

~~~~

Yazarın Anlatımından

İnsanlar yağmuru bulutların sanatı, güzelliği olarak tanımlar. Bayılırlar yağmura. Camın önüne geçer saatlerce oturup izlerler yağmuru. Bazısı kitap okur, bazısı kahvesini içer, bazısı da sadece oturur önünde. Hepsinin ortak yanı huzur bulması ve gerçekleri anlayamamasıdır. Neden bulutlar ağlarken huzur buluruz ki?

Gene yağmurlu bir günde genç bir çocuk; elindeki peyoung yakisoba ile mezar taşının önünde oturmuş, gözlerinde anlam verilemeyen bakışlarla önüne bakıyordu. Gözleri bir yandan çok boş, diğer yandan ise oldukça karmaşık duygular içeriyormuş gibiydi. Onu uzun süredir izleyen biri olsaydı, kesinlikle kendisinin pek iyi olmadığını düşünürdü. Son 17 dakika 39 saniyedir mezar taşına bakmaktan başka bir şey yapmıyordu.

1/2 dakika daha sonrası iki çubuğun birbirinden ayrılma sesi duyuldu. Çocuk peyoung yakisobasını önüne çekmiş, yavaşça çubukları içine daldırmıştı. Yemeğini ağzına götürmeden önce sessiz bir şekilde konuşmaya başladı:

- Hiç anlatmadım sana oysa.

Yemeğini yuttuktan sonra konuşmaya devam etti:

- Bizim daha çok hikayemiz vardı Baji-san. Akşam beraber yemeğe gitmeyecek miydik?

Konuşurken arada susuyordu. Susmadan konuşmaya devam etmek istiyordu ama kelimeler boğazında kalıyor gibi hissettiği için susması gerekiyordu:

- Geçenlerde eve yürürken Kazutora'yı gördüm, baya bir oturduk sohbet ettik. Senden bahsetti bana. Şu beni dövdüğün günü hatırlıyor musun? Yüzüm gözüm fakan baya fena olmuştu. O günün akşamı Kazutora'ya gözümdeki yarayı yanlışlıkla fazla kötü yaptığın hakkında söylenmişsin. Şu anda keşke beni aynı şekilde bir kez daha dövsen diye yalvaracak haldeyim ben. Sonuçta yapan sen olucaksın, gıkım çıkmaz.

Ağlamak istemiyordu. Baji sevmezdi onun ağlamasını. Ne zaman gözleri dolsa, üzülse, morali bozulsa yanına gelir "Chifuyu, peyoung yakisoba yemek ister misin?" diye sorardı yüzündeki o muhteşem gülümsemesi ile. Özlemişti, hemde çok:

- Peke J bile yokluğunu fark etti, artık neden eve gelmediğini merak ediyor. Neden ben ağladığımda yanıma gelip beni yemeğe götürmediğini veya gelip bize yemek hazırlamadığını merak ediyor. Neden eve geldiğimde yanımda senin olmadığını merak ediyor. Neden kapıdan gecenin üçünde girip onu sevdikten sonra beni üstüme atlayıp uyandırdıktan sonra saçma sorular sormadığını merak ediyor. Diyemiyorum "Öldü" diye. Ağzımdan çıkamıyor kelimeler...

Sessizlik.

- Gene şaka yapıyorsun değil mi? Gene bize şaka yapmak için söylemeden Tokyo'ya gitmiş peyoung yakisoban ile fotoğraf çekip atmak için yemeğini bekliyorsun, değil mi?

Buğulanmış gözleri ve yanağında hissettiği ıslaklık, önündeki mezar taşının üstündeki yazıyı okuyamamasını sağlıyordu. Okumak istemiyordu zaten, gerçek olduğuna 1 yıl geçmiş olmasına rağmen inanmıyordu.

Baji Keisuke
03.11.1990 - 31.10.2005

Belki de kabus görüyordu. Evet, 1 yıldır kabus görüyordu. Son 1 yıl gerçek bir kabustu:

- APTAL! APTALIN TEKİSİN SEN! NE DİYE KENDİNİ BIÇAKLIYORSUN! YAŞAYABİLİRDİN! YANIMDA OTURUYOR OLABİLİRDİN! MİKEY VE DİĞERLERİ İLE TOPLANTI YAPIYOR OLABİLİRDİN! SIKINTIDAN ARABA YAKIYOR OLABİLİRDİN! NEDEN İLLA BU SİKİM 6 METRENİN ALTINDAKİ TABUTUN İÇİNDESİN!

Bir öğrencinin sırt çantası, ağır olabilir. Bir mobilyacının taşıdığı dolap, daha ağır olabilir. Bir haltercinin kaldırdığı ağırlık, hepsinden ağır olabilir. Bunlar her ne kadar ağır olursa olsun, hiç biri bir insanın omuzlarında taşıdığı pişmanlık hissi kadar ağır olamaz.

Boş mezarlıkta tüm sesi yankılanıyordu genç adamın. Saat gecenim üçü ya da dördü gibi bir şey olduğu için sokaklar bomboştu. Ne onu sakinleştirecek, ne ona kızacak, ne ona üzülecek, ne de ona acıyacak biri vardı sokakta. Sadece kendisi, ilk aşkının mezarı ve yanındaki onlarca tabutun içindeki ölü beden vardı.
Titrek sesi ile hıçkırıklar içinde devam etti konuşmaya:

- Hiç anlatamadım sana gözlerini ne kadar beğendiğimi! Hiç anlatamadım sana saçlarını ne kadar sevdiğimi! Hiç anlatamadım sana gülümsemenin benim tüm dünyamı aydınlattığını! Hiç anlatamadım sana ilk aşkım olduğunu!

Nefesini yavaş yavaş düzene girmeye başladığında, bir kez daha konuşmasına devam etmeye başladı:

- Bizim gerçekten daha çok fazla hikayemiz vardı, hemde anlatamayacağım kadar çok. O gece sormuştun ya bana, hissettiğin en büyük yara ne diye. Senin uzaklığın benim için en büyük yara olurdu diye düşünmüştüm, gerçekten de öyleymiş. Uzaklığın gerçekten de en büyük yara.

Genç çocuk o an anlamıştı, bu kabustan kaçış yoktu. Sonsuza kadar sürecekti. Uyanacağı bir kabus değildi bu, o zaten uyanıktı. Yapabileceği iki şey vardı sadece. Uyuduktan sonra sabah uyanmak, ya da uyuyup bir daha uyanmamak.

***

Matsuno Chifuyu, o gece saat 05.05 geçe mezarlıkta ölü bulundu. Ölü bulunduğunda yanında olan tek şey boş bir peyoung yakisoba kutusu, yarısı dolu olan küçük boy kola şişesi ve ağlama sesleri çıkaran kahverengi gözlü siyah bir kediydi. Ölü bedenin yüzünde küçük bir tebessüm vardı. Kimse buna anlam verememişti ancak bu gülümseme, sevdiğin birine kavuştuğunda yüzünüzde oluşan gülümsemeden farksızdı.

Genç adamın bileklerindeki yaralar, ne yapılırsa yapılsın kapatılamazdı. Ne bir doktorun dokunuşu, ne bir dikiş, ne de bir sargı bezi. Sadece aşk kapatabilirdi. Ancak yarayı unutturup; yarayı kapatan aşk, yaradan da derindi.

~~~~

Yara || BajiFuyu one-shotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin