Hastanenin basamaklarına otururken insanların bakışlarını düşünmüyordum. Şuan tek düşündüğüm minik çocuğumun hayatıydı. Başımı kollarıma kapatıp derin derin nefesler almaya çalıştım. Sakin kalmam gerekiyordu. Ada'mın hayatını kurtaramazsam ailemin yüzüne nasıl bakacağımı bilemiyordum. Aileden bir doktorum diye ailesi onu bana emanet etmişti ama şuan elimden hiç hir şey gelmiyordu. Ne yapmam gerek, nasıl davranmam gerek kestiremiyordum.
Sürekli akan gözyaşlarımı koluma silip bakışlarımı dışarı sabitledim. Bu lanet hastalığın küçük çocukların canını yakması kadar iğrenç bir şey yoktu. Bahçede aileleriyle beraber oturan çocukları görünce kalkıp içeri girdim. Benim minik Ada'm onlar gibi koşturup gülemiyordu. Diğer yaşıtları gibi eğlenebilmesi için ihtiyacı olan tek şey bir ilik nakliydi ama o da maalesef bulunamıyordu. Asansöre ilerleyip gelmesini bekledim. Ada'nın ailesini görmem lazımdı. Her ihtimale hazırlıklı bir şekilde diken üstünde duruyorduk. Asansör gelince yedinci kata basıp kapanmasını bekledim. "Asansörü tutabilir misiniz?" Kafamı kaldırıp hızlı adımlarla buraya gelen gence bakıp elimi kapıya koydum.
"Teşekkür ederim." Kafamı sallamakla yetinip bakışlarımı yere sabitledim. "Sen iyi misin?" Çekinerek elini koluma koydu. Bu sefer yüzüne baktım. Yüzü tanıdık geliyordu ama kim olduğunu çıkaramıyordum. "İyiyim." Mırıldanıp önüme döndüm. Genç adam da bir şey deme girişiminde bulunmayıp sustu. Asansör durunca o da benimle beraber indi. Yanımdan gelmeye çekinircesine arkamdan yavaş adımlarla geliyordu. Yengemlerin beklediği odaya yaklaşınca adımlarımı hızlandırdım. Kapının önüne gelince üstümü düzelttim, derin bir nefes alıp içeri girdim.
Beni görünce yengem bana gelip sıkıca sarıldı. Bende ona sarılıp saçlarını okşadım. Bu durumda yapabileceğimiz tek şey dua edip sabırlı bir şekilde beklemekti. "Beyza nolur Ada'yı kurtarın. Nolur meleğimin sağlıklı olmasını sağlayın." Yengemden ayrılıp Hasan amcama sarıldım. Dağ gibi adam kollarımın arasında iki büklüm olmuş, sarsıla sarsıla ağlıyordu. "Amca inan elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ada bazı tedavilere olumlu yanıt veriyor. İlik için diğer hastanelere başvuruldu. Nolur daha fazla yıpratmayın kendinizi." Koridordan gelen yüksek seslerle dışarı çıktım.
Az önce benimle beraber gelen genç yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde orada dikiliyordu. "Merih abicim bi sakin olur musun?" "Ne sakini Allah aşkına! Böyle dikkatsizlik olur mu?" Genç adamın yanına ilerleyip kolunu tuttum. "Sorun nedir?" "Sorun sizin dikkatsiz hemşireleriniz! Kardeşim ölebilirdi!" Pekala bu genç adam böyle bağırmaya devam ederse güvenlikler her an gelebilirdi. "Beyefendi sakin olmanız lazım. Tam olarak sorun ne?" Çatılan kaşlarını düzeltip keskin bakışlarını üstüme dikti. Nefret edermiş gibi bakıyordu. "Kardeşim hemofili hastası. Sizin hemşirelerinizin dikkatsizliği yüzünden ölebilirdi az önce. Serum bittiği için kanı çekilmeye başlamış. Nasıl dikkatsiz olabilirsiniz?" Genç adamı elinden tutup sandalyeye oturttum.
"Merih Bey değil mi?" Kafasını sallamak ile yetindi. "Hemşiremiz adına sizden özür dilerim. Böyle bir durumda özür dilemenin bir faydası olmayacak biliyorum fakat cezasını alacağını size temin ederim. İzin verirseniz kardeşinize bir bakabilir miyim?" Ayağı kalkıp eliyle odanın kapısını gösterdi. Sinirini anlayabiliyordum basit bir durum değildi. Dediği gibi bir hayat söz konusuydu.
Masanın üstündeki kağıtlara bir göz gedirip hastanın başına ilerledim. "Duygu? Nasıl hissediyorsun?" Gülümseyip elimi saçına koydum. Sadece yanında olduğumu belli etmek istiyordum. "Ben iyiyim, ağabeyimin öyle bir yaygara koparmasına gerek yoktu." Gülümseyerek bana baktı. "Olur mu öyle şey Duygu'm. Sen benim tek varlığımsın." Sakince gelip kardeşinin alnına bir öpücük kondurdu. "Pekala, Duygu senin için bir kaç test yaptıracağım yine. Tedbir amaçlı olacak. Sadece değerlerine bakacağız. Birazdan başka bir hemşire yanına gelir." Son bir kez gülümseyip odadan çıktım. Hasta kayıt bölümüne bilgi verip odama ilerledim.
Bir kaç saat boşluğum vardı sonrasında akşam nöbetçi olarak hastanede kalacaktım. Hastanenin çıkışına ilerlediğimde gereğinden fazla bir kalabalık ve az önce yukarıda gördüğüm genç oradaydı. Kameramanlar flaş patlatıp gürültü yapıyorlardı. Yönümü değiştirip arka kapıdan çıktım. O kalabalığın arasından geçebileceğimi sanmıyordum.
~ "Abla, bu hastalık neden beni buldu?" Ada'yı kendime çekip dökülmekte olan saçlarını kokladım. Boğazım acıyor, gözlerim yanıyordu. "Canım çok acıyor abla. Canım çok acıyor." "İyileşeceksin miniğim. Sadece biraz daha dayanman lazım." Artık göz yaşlarımı tutamıyordum. Ada'm gözlerimin önünde eriyordu. Bir kaç dakika sonra Ada'dan ses gelmeyince yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı. "Ada! Ada ablacığım bana bak. Ada! Yalvarırım şaka yapmayı bırak. Ada!" ~
Ağlayarak gözlerimi açtım. Allah'ım şükürler olsun ki bir kabustu. Sadece bir kabustu. Derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım. Saate baktığımda akşam sekizdi. Bir saat sonra tekrardan hastaneye dönmem gerekiyordu. Ayağa kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Gözlerim kan çanağına dönmüş ve şişmişti. Aynadaki görüntümü umursamadan mutfağa geçip kendime bir kahve yaptım. Başka türlü ayılabilecek miydim bilmiyordum. Kahvem hazır olunca alıp salona ilerledim. Televizyon izlemekten başka çarem yoktu. Aklımı dağıtmam gerekiyordu.
Karşımda gördüğüm yüzle taşlar yerine oturmuştu. Tabi ya! Topçu çocuk. Merih'i televizyonda görmüştüm. Milli takımda oynuyordu. Yanında olan arkadaşı ile beraber haberlere çıkmıştı. Ben bugün şans eseri Merih Demiral ve kardeşine bakmıştım.
Eveet, bir kurguyla karşınıza çıktım! Yazım yanlışlarım olabilir, lütfen beni uyarmaktan çekinmeyin. Gidişat hakkında bir fikriniz varsa benimle paylabilir, beraber bir şeyler düşünebiliriz. Teşekkür ediyorum.💞