Orada olduğumu tanrı bile unutmuş olmalıydı. Kim bilir kaç gündür o kuytuda tutsak edilmiştim. Vücudum da ki izler artık acı vermiyordu. Açlığımı bile unutmuştum. Bağlı olduğum zincirin sivri olan ucuyla duvara önce bir çentik atıp sonrasında beni oraya tıkanlar için ahlaksız sözler yazıyordum.
Bu beni en fazla bir kaç saat oyalayabilirdi. Havanın aydınlık ve ya karanlık olduğunu bilmiyordum. Koğuşlardan içeri ışık girmesin diye heryer kaplanmıştı. Soğuktan titriyordum. Beni bu lanet hücreye atmadan önce üzerime döktükleri buz dolu kova yüzünden burada donarakta ölebilirdim.Sesimi kimsenin duymayacağını bildiğim için bağırmayı hiç denemedim.Zaten bağırsam da bunu bana fazlasıyla ödetirlerdi.
Burda durduğum süre içerisinde aklımı kaybetmiş olabilir miydim?Az sonra zincirlerimi yere vurarak sessizliği bozmak için bacaklarımı yere vurdum. Bu ses korkumu da bastırıyordu. Artık hücrenin her bir yanı zincir sesiyle çınlıyordu ama bunu benden başka kimse duyamazdı.
Kapının önünden sesler duyduğumu sandığım için ses çıkarmayı bırakıp dikkatle benden kaynaklanmayan seslere odaklandım. Bu anahtar sesiydi. Kapının sürgüsünü açıp delici gözlerle bana baktı. Hücreme giren ışık gözlerime görme yetisini tekrar vermişti sanki. Geri geri giderken sırtım duvara dayanmıştı. Üzerime geliyordu. Elinde ki jopu diğer eline alıp kolumdan tuttuğu gibi beni diğer duvara fırlattı. Bu hapishanenin en korktuğu acıma duygusu bile olmayan General asker Esat Oktay olmalıydı. Emin olamıyordum çünkü hücrem gerçekten de çok karanlıktı. Içeri sızan ışık sadece vücudunu arkadan yansıtmaya yetiyordu. Kalıplı korkutucu bir vücut üzerime geliyordu.
Üzerime yürürken birkaç adımla sırtım duvara dayanmıştı. İyice yaklaşıp önüme eğildi. Elindeki anahtarla ayağımda ki zincirin kilidini açtı. Kim bilir bu lanet olası yerde kaç kişiyi günlerce eziyet ederek tutmuşlardı. Zincirler ayağımdan çıkınca kendimi daha hafif hissetmiştim ama asla özgür hissedemeyecektim. Burdan hiçbir zaman çıkabileceğime inanmıyordum.
Nihayet hücremden çıkarılmıştım. Koğuşuma götürülmek üzere iğrenç derecede paslı koğuş kapılarından ve ürkütücü koridorlardan itilerek geçiriliyordum. Koğuş kapısı açılınca herkes yüzüme bakmaya başlamıştı. Bitkin haldeydim.Son defa bir gardiyan beni iterek içeri girmeme yardımcı olmuştu. Ne kibar adam! Kapıyı kapatırken 'Akşama görüşürüz' demişti. Bu sadece bana söylenen birşey değildi. Her akşam olduğu gibi bu akşamda toplu şekilde dövülecek ve işkence görecektik.
Gardiyan kapıyı kapatana kadar yerimden kalkmadım. Gardiyan gidice de beni yerden alıp yatağıma götürdüler.
Yatağıma doğru yürürken hâlâ herkesin beni izlediğini biliyordum. Sırtım bana bakan gözlerle yanıyordu.Kimisi kendi arasında konuşup duruyordu. 'Hücrede onbeş gün kalmak güzel miydi?.' diyerek hep birlikte gülüşüyorlardı.Bunca zaman hücrede kalmak aklımı başıma getirmemiş olacaktı ki arkama döndüğüm gibi elime geçen ilk kızı saçlarından tuttuğum gibi masaya fırlatmıştım. Tüm koğuş sessizliğe bürünmüştü.
Yatağımın altındaki sigara paketini elime alıp içinden bir dal sigara çıkardım. Özenle sigarayı açıp tütünün birazını yere döktüm göğsümde sakladığım az miktarda ki eroini içine boşalttım. Sigarayı tekrar sarıp yaktım. Gardiyanların içerken görmeleri sakıncalı bir durum olsada içeri sokmamıza yardım edenlerde onlardı.
Bunun karşılığınıda fazlaca alıyorlardı.
Hemde istedikleri şekilde.
Başımı yastığa koyup keyifle hücreden kurtulmanın mutluluğunu yaşıyordum. 'Demek onbeş gündür hücredeyim.' deyip kahkaha atmam herkesin dikkatini çekmişti. Sigaranın son dumanını çekerek kendimden geçmiştim.Bedenim çok yorgundu bende öyleydim. Vücudum da sayısız iz vardı. Yüzüm şişmişti.Bu izlerin bir kısmı bana bir kısmı ise hücrede gardiyanların yaptığı işkencelere aitti. Yüzüm belirli belirsiz morarmalarla doluydu ve canım yanıyordu. Burada ki herkeste de benzer izler mevcuttu. Hapse atıldıkları ilk zamanlarda 40-45 gün gözaltına alınıp işkence görmeleri onlara uslu olmaları için uyarıydı. Bu batağa ilk düşenlerden biri bendim. Cezam bitmeye yakın yine üzerime bir suç yıkılıyor ve ben bu lanet olası yerden çıkamıyordum. Sürekli suçlu suçsuz insanları getirip kimlerle çalıştıklarını hangi örgütten olduklarını sorup duruyorlardı. Çoğu kadın ve kız çocuğu suçsuz yere burda tutuluyor ve işkence görüyorlardı.
Buraya en son gelenler arasında bizden yaşça ufaklar da vardı. Gözlerinden deli gibi korktukları belli oluyordu. Böyle masum kızlar ne yapmış olabilirdi ki? Bende buraya geldiğimde onlar kadar küçük bir kız çocuğuydum. 12 yaşında küçük bir çocukken bugün 24 yaşında genç bir kadınım. Buraya getirildiğimiz ilk hafta bize imzalamamız için kağıtlar getirmişlerdi. Okumamıza fırsat vermeden zorla bize imza attırdıkları bu kağıtlar da kişinin kalp hastası ve çeşitli rahatsızlıklarının olduğu yazılıydı. Bu sayede burada yapılan işkencelerden ölen mahkumların ölüm nedeni böyle ört pas ediliyordu.
Yeni gelenleri akşam üzeri almaya geleceklerdi ve şuan ki temiz yüzleri yara bere içinde kalacak belki buradaki birçok kadın gibi tacize uğrayacaklardı. Bu işkenceleri kaldıramayıp intihara kalkışanlar da olacaktı aralarında. Burada sayısız işkencelere rağmen hemen her ay koğuşlara doktor getirilirdi. Ölmemizi istemiyorlardı. Yinede kayıp sayısı her ay artıyordu.
Bunları düşünürken gözlerim kapanmaya başlamıştı bile. Günde 2 saat uyuma iznimiz vardı ve ben kaç gündür uyumamış ve işkence görmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5.KOĞUŞ
Non-FictionYazılanların bir kısmı Sabah ve Habertürk gazetelerinden Diyarbakır cezaevi işkenceleri üzerine yayımlanan başlıca haberlerden ve kısa filmlerden alınmıştır.Kişi ve kişiler hayal ürünüdür. Yazılanlar kişinin sorumluluğundadır. YAZAR: BÜŞRA ÖZDEMİR