Felix
Telefonumu kapatıp yatağın üstüne attım. Kalbim yerinden fırlayacak kadar şiddetli atıyordu. Aynı zamanda ellerim de deli gibi titriyordu. O attığı fotoğrafın etkisi altında kalmıştım.
Uzandığım yataktan kalkıp üstümdeki pijamaları değiştirmek için dolabıma yöneldim. Nasılsa ona karşılık bu pijamalarla duramazdım yanında. O yüzden dolap basit bir tişört ve bol, kahve rengi bir pantolon çıkarıp giydim.
Not: kombin bölümün sonunda var
Yeni aldığım hafif parfümü sıktım ve aynada saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Son olarak iki üç takı takıp aynadaki son görüntüme baktım. Ben olsam bana sulanırdım öyle diyeyim size.
Koltuğa oturup gelmesini bekledim. Kalbim şu an bile deli gibi atıyordu, kim bilir o geldiğinde ne hale gelir. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Evet ona gelmesini söyledim ama ne yapacağımızı bilmiyorum. Herhalde ilk önce onu içeri davet ederim, sonra konuşarak geceyi geçiririz. Evet evet, kesinlikle böyle yapacağım.
Yarım saate yaklaşık bir süre sonra kapının zili kulağımda çınladı. Gelmesi bayağı geç sürmüştü. Olduğum yerden sıçrayarak kapıyı açmaya gittim. Açmadan once kapının önünde kendimi sakinleştirmeyi de ihmal etmedim
"Tamam Felix, sakin ol. Şimdi onu içeri alıcaksın, işte bu kadar. Evet, bu kadar" dedikten sonra kapıyı açtım. Anında burnuma çarpan ağır erkek parfümünü görmezden gelemezdim.
Üstünde aynı attığı fotodaki kombin vardı; boynunda choker, üstünde siyah gömleğin üstüne geçirilmiş daha açık tonlarda siyah bir ceket ve altında ise siyah yırtık bir pantolon. Ona öyle bir bakıyordum ki konuşmayı unutmuştum.
"Selam" demesiyle dış dünyaya geri döndüm.
"Hoşgeldin, gel içeri"
"Çok kolay oldu. İçeri girmem konusunda direnirsin sanmıştım" diyip yandan gülümsedi.
"İyi gelme o zaman" diyip kapıyı suratına kapatacaktım ki kolları buna engel oldu. Hemen içeri geçip salona yöneldi.
Kendini rahat koltuğun üzerine bırakıp başını geriye doğru yasladı ve gözlerini kapattı. Normalden biraz daha garip duruyordu. Yanına oturup ona döndüm.
"İyi misin? Biraz garip görünüyorsun" dedim.
"Hm?" Diye gözlerini açıp kafasını bana döndürdü.
"İyi misin diyorum?"
"Hiç bu kadar iyi olmamıştım. Bana sarılır mısın?" İlk başta dediği şeye şaşırmıştım ama sonra ayıp olmasın diye biraz daha yanına yaklaşıp kollarımı boynuna dolayıp kafamı da oraya gömdüm. Anında burnuma gelen ağır alkol kokusuyla yüzümü buruşturdum.
"İçtin mi sen?"
"Sadece gelmeden önce bir kaç bardak içtim" dedi sersemlemiş ses tonuyla. Belliydi sarhoş olduğu.
"Ama gerçekten sarhoş değilim" diye ekledi.
"Belli belli, hiç sarhoş değilsin"
"Gerçekten değilim. Hatta istersen dudaklarını öpüp bunu kanıtlayabilirim"
"İstemem, kalsın"
"O zaman izin ver sana sarılmaya devam edeyim" dedi ve ellerini belime doladı. 1-2 dakika sarıldıktan sonra geri çekildi.
"Burda bekle. Sana zencefil çayı yapıp getiriyorum. Biraz iyi gelir." Sersem sersem kafasını salladı. Mutfağa girip hızlıca yapmaya koyuldum. Kettle'ın içine bir bardak suyu boşalttıktan sonra kaynamaya bıraktım. Ardın bir çay kaşığı toz zencefili ekleyip demlenmesini bekledim. Bir kaç dakika sonra çayı fincanın içine döküp Hyunjin'e götürmeye gittim.
"Çay hazı-" derken onun salonda olmadığını fark ettim. Endişeyle etrafa bakındım ve daha kolay aramak için çayı bir kenara bırakıp evin içinde koşturmaya başladım.
Öncelikle en büyük korkum olan balkona bakmaya karar verdim. Ya balkona çıkıp atladıysa. Koşturarak balkona çıktım. Şansıma orada değildi. Bu seferde tuvalete gittim. Önce kapıyı tıkladım, ses gelmeyince içeri daldım. Burada da değildi. Şimdi de misafir odasına girmiştim. Maalesef orada da değildi. Artık son çare olan yatak odamın kapısına yaklaştım.
Yavaşça kapıyı açtığım anda dolabımı karıştıran Hyunjinle karşı karşıya geldim.
"Ne işin senin burd-" derken dolaptan çıkardığı kırmızı ekoseli eteği bana gösterdi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim.
"Lütfen bundan kimseye bahsetme" dedim yalvarırken. Bana şerefsizce bir gülümseme verip dudaklarını araladı.
"Eğer bana bu etekle fotoğraf atarsan bu aramızda kalır." Sertçe yutkunduktan sonra hızla kafamı salladım. O da eteği geri bırakıp benimle birlikte odadan çıktı.
"Annen baban sana küçükken misarfirlikteyken ev sahibinin odasına girmemen gerektiğini öğretmedi mi?" dedim isyanlı sesimle.
"İyiki de öğretmemiş, canım annem" dediklerine göz devirip onu koltuğa oturttum ve çayı eline verdim. Fincana dudaklarını yaklaştırıp küçük bir yudum aldı ve anında yüzünü buruşturdu.
"Iy çok kötü, içmem ben bunu"
"İçeceksin!"
"İçmeyeceğim"
"O zaman Changbin'i ararım ve seni götürür"
Burnunu kapatıp çaya tek attı. Ona şok içinde bakarken o ise çoktan içmişti.
"Bu sana iyi gelicek. Ayılmana yardımcı olucak" elindeki boş bardağı alıp mutfağa bıraktım.
"Burası çok sıcak oldu" diyip üstündeki ceketi çıkardı ve siyah gömleğinin bir kaç düğmesini açtı. Bende yanına oturup onu seyrettim.
"Bebeğim~" anlık bir kalp krizi geçirdikten sonra ayılıp cevapladım.
"Efendim?"
"Bu gece birlikte uyusak?~"
"Olmaz"
"Yoksa Jinnie'yi kıracak mısın?"
"Olmaz diyorum. Bismillah daha ilk görüşmeden birlikte yatarsak..."
"Merak etme sadece uyuyacağız. Sana dokunmayacağım"
"Hyunjin, birazdan seni evden postalayacağım. Haberin olsun"
"Madem öyle, sadece burda kalsam?"
"Tamam kal"
"O zaman ben uyumak istiyorum. Uykum var"
"Tamam, git dolabımdan rahat bir kıyafet al giy. Sonra yat"
"Peki güzelim, iyi geceler"
"İyi geceler"
________________________________
Felix kombin⬇️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Call me when ur high | Hyunlix
Teen Fiction@leelixie: neden bana sadece sarhoşken yazıyorsun? 03:11 •texting (çok az düz yazı) •argo sözler •minsung •seungbin •chanin