Hayat...
Yılları zorlukları ve kolaylıklarıyla içine hapseden beş harflik bir kelime. Kimine göre zorlu bir oyun,kimine göre üç günlük bir macera.
Gözlerinizi ilk açtığınızda,ilk hıçkırığınız firar edince dudaklarınızın arasından dünya üzerindeki oyununuzun resmi başlangıcı olurdu bu. Bir gün öleceğinizi bile bile büyükleriniz buna sevinir,bir kutlama ile ödüllendirirdi.
İlk adımınız,halı üzerindeki ilk sürünüşünüzü silerdi. Okuduğunuz ilk kelime,söylediğiniz ilk kelimeyi öldürürdü. Son verdiğiniz nefes,tüm yaşamınızı saniyeler içinde yok ederdi. Beyaz bir bez parçasına sarılan bedeniniz,derin bir çukura atılır sonsuzluğa gömülürdü. İnsanoğlu bundan ibaretti.
Doğum,yaşam ve ölüm...
Gözlerini araladığında onu karşışayan yine her zaman ki gibi beyaz tavan olmuştu. Bu sahne onun için kaçıncı tekrarını yapıyordu? On,on beş,belkide yirmi?
Vücudunu aniden saran acı gözlerini sıkı sıkıya kapatmasına neden olmuştu. Dudaklarından firar eden acı dolu inleme kısa sürede bulunduğu odayı kaplamıştı.
Henüz on bir yaşındaydı. Bu acılarla tanıştığında altı yaşındaydı.
Sırtını yatağının kenarına dayamış boydan boya sızlayan kolunu bacaklarını kendine çekerek arasına almış bir an önce geçmesi için içten içe yalvarıyordu. Pantolonunu ıslatan göz yaşlarını umursamadı. O an istediği tek şey sesinin dışarıdan duyulmamasıydı.
Kapının kilidinden gelen sesle bakışları kapıyı buldu. O an acısının geçmesi için değil,birazdan içeriye girecek olan kişinin onu görmemesi için dua ediyordu. Ağrıyan koluna rağmen yatağının altına girip eliyle ağzını sıkıca kapattı. Kapı sert bir şekilde açılıp duvara vurduğunda çıkan ses onu korkutmuştu. Korkudan titreyen bedeni görülmemek için yalvarıyordu adeta. Hatta bu korku kolundaki acıyı örtpas etmişti.
"Selim! Nerdesin lan! Eğer dışarıya çıkmazsan bulduğumda gebertirim seni! Duydun mu küçük velet!"
Adam deli gibi odada sinirle bağırırken kapının önünde çaresizce duran yaşlı kadının ayaklerını gördü. Gözlerine dolan yaşları görüşünü daha da bulanıklaştırırken ağzındaki elini daha da sıkılaştırdı.
"Selim! Duymuyor musun lan! Çık dışarıya yoksa ölürsün!"
Küçük bir çocuğa göre bu denli büyük bir nefret hak mıydı? Bütün bu işkence hak mıydı? Değildi... Selim yaşadığı hiçbir şeyi hak etmemişti. Selim gibi olan hiçbir çocuk böyle bir yaşamı hak etmezdi. Şuan yaşıtlarıyla çıkıp oynaması gerekirken,yarın yokmuşçasına kahkahalar atması gerekirken,daha bir saat önce dayak yediği babasından yeniden dayak yememek için yatağının altında gizleniyordu.
Selim'in çocukluğu babasının avuçları arasında can çekişerek ölmüştü. Çocuk bedenine hapsolmuş bir ruhtu o. Gülümsemesini,mutluluğunu,kahkahalarını ve niceleri babasının avuçları arasında ölüme terk etmişti.
"Ender Bey,lütfen sakin olun. Çocuk o,saklanmıştır bir yere. "
"Sen karışma Songül. O velet buraya gelecek. "
Gelmemişti. Yatağının altından saatlerce çıkmamıştı. Bir süre sonra yorgunluğa,korkuya ve acılara dayanamayan bedeni olduğu yerde,yatağın altında uyuya kalmıştı. Ender ve Songül odadan çıkmış,yerini karanlığa bırakmıştı. Ardından odada yankılanan kilit sesi,Selim'in kulaklarına ulaşan son ses olmuştu.
Onun için dünya dört renksiz duvardan ibaretti. Daha fazlası yoktu. Ona göre her çocuğun odası tüm renkleri barındırırdı içerisinde. Renkli duvarlar,dolap kapalarında asılı kâğıdın üzerine boya kalemlerinin rastgele bıraktığı çizgileri barındıran resimler,dolaplara sığmayan oyuncaklar,rengarenk kıyafetler ve daha fazlası. O bunların hiçbirine sahip değildi. Ülkede tanınan saygın bir iş adamının oğlu olmasına rağmen kendini şanslı hissetmemişti hiç. Hiç bir zaman dolaplar dolusu oyuncakları olmamıştı mesela. Rengarenk kıyafetleri olmamıştı. İnsanlara göre mükemmel bir yaşam sürdüğü düşünülen Selim,on bir yıllık yaşamını renksiz dört duvar arasında un ufak etmişti. Mecbur kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renksiz Duvarlar
Teen Fiction"Ben Mert. Annem artık burada çalışıyor. Sen kimsin?" "Selim." "Annem gelmeden önce burada bir çocuğun olduğunu söylemişti. Demek o sensin. Hayâlimden daha da tatlısın." Selim duyduğu bu cümleyle kalbinin hızlandığını hissetti. Mutlu olduğundan mıyd...