Kapım çalıyor, gözlerimi açacak halim bile yok. Yatağıma yapışmışım adeta.
Annemin sesini duyuyorum uzaktan, sesi o kadar uzak ki sanki uzay boşluğundan benimle iletişime geçmeye çalışıyor gibi.
"Minho! Kapıyı aç!"diye bağırıyor bana, sesindeki endişeyi bariz bir şekilde işitebiliyorum. Korkmuş gibi.
Kapım kilitli, kimsenin bu odaya girmesini istemiyorum. En azından ben ölene kadar. Son gördüğüm şey karanlık odam ve son düşündüğüm şey aklımdaki güzellik olmalı bence. Hayaller, ben çoğunluk hayallere sığınan bir çocuktum. Hayallerimde hep gerçek ailem ile vakit geçirirdim, normal çocuklar gibi parklarda koşup oynardım sabahtan akşama kadar. Arkadaşlarımla takılırdım, alkol alırdım, hatta sigara bile içerdim. Bunlar deneyimdir değil mi? Ben hiç denemedim, bilmiyorum. Ama hayallerimde böyleydi.
Sonra hayallerimde aşık olduğum kişiyle olurdum, el ele tutuşurdum onunla, birlikte aynı pamuk şekerden yerdik, öpüşürdük, sevişirdik. Sevişmek, bana utanç verici geliyordu. Nasıl bir histi acaba? Ya da öpüşmek. Heyecanlandırır mıydı bunlar beni? Dizilerde hep böyle görürdüm.
Normal bir kalbim olsaydı, sağlıklı bir kalbim olsaydı, Chan bana bir şans verir miydi? Onunla öpüşebilir miydim, sevişebilir miydim?
"Minho! Yalvarırım aç kapıyı oğlum! Ne olur aç kapıyı benim güzel oğlum!"
Onun gerçek oğlu değilim, beni nasıl bu kadar benimseyebiliyor? O çok iyi biri, melek gibi biri. Beni asla yadırgamadı, hep bağrına bastı beni. Bense onu cezalandırıyorum sanki. Kendi ölümümle onu cezalandırıyorum.
Ama bu zaten olacak bir şey, sadece süreci hızlandırmaktı benim ki.
Gittikçe eridiğimi hissediyorum. Eriyorum, eriyorum, yatak sanki beni içine hapsediyor. Gözlerim ağırlaşıyor, neredeyse kapanmak üzere. Kalbim ağrıyor. Her zamankinden daha çok. Beni öldürmek ister gibi ağrıyor bu sefer. Beni gerçekten öldürecek.
"Minho! Bak kim geldi?! Arkadaşın geldi Minho! Hadi aç kapıyı! Seni görmek istiyormuş!"
Arkadaş mı? Benim arkadaşım yoktu ki. Beni merak edecek kadar önemseyen kimse yoktu ki. Acaba gelen Felix mi? Belki odur. Beni son kez görmek istemiştir. Felix iyi çocuk, merhametli. Yufka gibi yüreği var.
Ama kapıyı açmıyorum. Açamıyorum. Yataktan kalkacak mecalim yok çünkü, hatta konuşacak halim bile yoktu. Ağzımı açıyorum ama kelimeler çıkmıyor, dilim dönmüyor. Damağım kurudu, çok susadım. Su içmek istiyorum ama yapamıyorum. Sürahim boşalmış, dolu olsa da ulaşamazdım zaten ona. O kadar güçlü hissedemiyorum kendimi.
Ardından sert bir ses duyuyorum. Odamın kapısı ardına kadar açılıyor. Kapımı kırdılar. O kadar görmek istiyorlar beni? Ben aklımdaki görüntü ile ölmek istiyorum. Neden biraz anlayışlı olamıyorlar ki?
"Anne-"diyebiliyorum sadece. Bu kelime çıkabiliyor dudaklarımdan ama devamı gelemiyor. Çok zor. Ölümle mücadele etmek çok zor. Ben mücadele etmek istemiyorum ama bedenim benim aksime haraket ediyor sanki.
Kapıdan ilk önce annem, ardından Felix ve aşkından öldüğüm adam giriyor. Şaka yapmıyorum, bir mecazlık yok sözlerimde. Gerçekten aşkından geberiyorum.
Neden burada? Mesajlarımı mı gördü? Ama beni engellemişti o.
"Minho'm! Napıyorsun sen böyle!"diye dehşet içinde bağıryor annem ve hızlıca yanıma gelip baş ucumdaki serumun kablosunu tekrardan kolumdaki damar yolunun girişine takıyor. Ölmek istiyorum, bana izin vermiyor.
"Bırak anne, bırak."diyorum güçsüz sesimle eline uzanarak ama o elimi ittiriyor. Çok sinirli, bu yaptığımla onu gerçekten korkutmuşum.
Gözlerimi Chan'a çeviriyorum. Kapının önünde dikilmiş korku içinde beni izliyor. Bu görünüşüm onu korkutmuş muydu? Çirkin, bitkin, çaresiz, acınası görünüyorum. Annem neden bana sormadan onu içeri almıştı ki?
"Bak, Felix geldi. Seni görmek istemiş."diyor annem ıslak gözlerine rağmen kocaman gülümsemeyle yanaklarımı okşarken.
"Onu neden içeri aldın anne?"diye soruyorum gözlerimi kırpmadan Chan'a bakmaya devam ederken. Sesimi ben bile zar zor duyuyorum. Annem hafifçe dikleşip kapının önündeki Felix ve Chan'a bakıyor.
"Felix'i sevdiğini sanıyordum Minho, geçen sefer onunla çok eğlenmiştiniz."diyor annem zoraki ve birazda mahçupça gülerken. Felix ise ellerini önünde birleştirmiş utana sıkıla bakıyor bana. Başımı iki yana sallıyorum.
"Felix'i değil, Chan'ı neden aldın anne?"diye soruyorum, bu sefer birbirlerine bakıyorlar annem ve Felix. Bakışları tuhaf ve biraz endişeli. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Hayır.
Annem gergince gülüyor tekrar ve gözlerini bana çevirip hafifçe dikleşiyor.
"Minho'm..."diyor ve ellerini tekrar yanaklarıma koyup okşuyor. Ben ise hala Chan'a bakmaya devam ediyorum. Kapının önünde, hemen Felix'in yanında öylece dikilmiş bana bakıyor. Bir şey söylemiyor, bir hareket etmiyor. Sadece bakıyor, acıyor mu bana?
"Bebeğim, sadece Felix geldi."diyor annem sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Ama hayır, Chan'da orada. Görüyorum onu.
"Hayır, Chan'da burada. Chan gelmiş anne."diyorum, acı içinde olmama rağmen sesimde belli olan heyecan ile. Kalbim güm güm atıyor, canımı acıtıyor. Demiştim ya, onun niyeti belli. Beni bugün öldürecek. Canımı alacak.
"Minho, Chan gelmedi hayatım. Sadece Felix burada."diyor annem ve ardından boğazından bir hıçkırık kopuyor. Ben başımı iki yana sallıyorken o da ağlamaya başlıyor.
Yataktan destek alıp kalkmaya çalışıyorum, elimi uzatıp Chan'a tutunmak istiyorum. Ama annem ve Felix beni engelliyorlar, yatağa geri yatırmaya çalışıyorlar beni. Chan ise uzaktan izlemeye devam ediyor beni, neden yanıma gelmiyor? Neden ona dokunmama izin vermiyorlar? Ulaşamıyorum ona, içim içimi yiyor. Ayağa kalkmak istiyorum, ona doğru koşmak istiyorum, ona sıkıca sarılmak istiyorum, onu öpmek istiyorum.
Beni anlamıyorlar, beni dinlemiyorlar. O burada diyorum, hayır diyorlar. Beni seviyor, son dileğimi gerçekleştirmeye geldi diyorum, yanlış görüyorsun diyorlar. Ben yanlış görmüyorum, Chan burada.
Ben çırpınmaya, onlardan kurtulmaya çalışırken bir anda göğüsümden içeri bir kılıç saplanıyor sanki . Öyle bir saplanma ki, sırtımdan geri çıkıyor kılıcın ucu. Kan içinde kalıyorum, hareketlerim bir anda kısıtlanıyor. Hatta kısıtlanmak değil, tamamen hareket edemiyorum.
Bu hareketsizliğim annem ve Felix'i de şaşırtıyor olacak ki, benden biraz uzaklaşıyorlar. Dengemi sağlayamayıp yatağıma doğru geri düşüyorum. Sırtımdan çıkan kılıç içeri doğru geri batıyor ve göğüsümden çıkıyor. Nefesim kesiliyor ve gözlerim kararmaya başlıyor. Hissediyorum, işte oluyor, işte alıyor canımı. Beni en savunmasız anımdan vuruyor. Ve o anda anlıyorum, Chan aslında orada değildi, Chan beni canımı almaya geldi.
Bana doğru yaklaşıyor, Felix ve annemi delip geçiyor ve elleri yanaklarımda ki yerini alıyor. Ve bana kalbimi durduracak olan o sözleri sayıklıyor acıdan dökütüğüm gözyaşlarımla ıslanan yanaklarımı yavaşça okşarken.
"Yeterince sevildin mi? Benim küçük güvercinim. Neden ağlıyorsun?
Ve ayrıldığım için üzgünüm ama en iyisi buydu, doğruymuş gibi hissetirmese de.
Benim küçük Versay'ım."diyor ve gözlerini yüzümün her bir santiminde dolaştırıyor."Ay'a bakalım mı? Benim küçük dalgıçkuşum. Neden ağlıyorsun?"diyor ve bir elini terden ıslanmış saçlarıma geçirip saçlarımı geriye yatırıyor.
"Hayatının tadını çıkar, hazır dolu doluyken, hazır aydınlıkken. Peki, yeterince konuştun. Benim küçük atmacam, neden ağlıyorsun? Söyle bana, Tillamook yangınından ne öğrendin? Ya da Temmuz'un 4'ünden?"
Son kez, son kez derince nefes çekiyorum ciğerlerime ve son kelimelerim dökülüyor kurumuş dudaklarımdan. Ve ardından kayboluyorum, adeta boşluğa gömülüyorum.
"Hepimiz öleceğiz."