minnie gururla sunar
✿ FLOWERS BETWEEN BANDAGES ✿
05.10.1952
Bakımı yeni yapılmış şık siyah araba, ani fren yüzünden toprak yolda arkasında koca bir toz bulutu bırakırken kulak tırmalayan bir sesle inleyerek durdu. Tekerleğin çıkardığı ses çevrede az bir süreliğine yankılandı ama ardından gelen bir ya da iki dakikalık süre zarfında etraftaki toz bulutu inene kadar ses seda çıkmadı. Çok geçmeden de arabanın iki kapısı aynı anda açıldı ve jilet gibi takımlar giymiş iki adam sakin adımlarla dışarı çıktı. Sadece kafalarında yamuk duran gazeteci şapkalarına, hafif yalpalayarak attıkları adımlarına ve dağılmış saçlarına bakarak bile dağ bayırın bozuk yollarında beşik gibi sallanan arabanın içinde perişan oldukları söylenebilirdi. Bu nedenle arabadan dışarı adım atar atmaz ikisinin de ilk işi derin nefesler almak olmuştu.
Kendilerini toparlamak için kullandıkları birkaç saniyeden sonra bu iki adam arasında biraz daha yaşlı durandan bir soru cümlesi yükseldi. "Burası olduğuna eminsin değil mi?" dedi şüpheli bir sesle. "Yanlış yere gelmedik?"
Hemen yanında duran ve az önce konuşan adamdan çok daha genç görünmesine rağmen daha solgun görünen adam alayla tek kaşını kaldırdı ve kafasındaki şapkayı düzeltirken yanıtladı. "İkimiz de biliyoruz ki yön bulma becerisi korkunç olan kişi ben değilim Sirius, sensin."
"Heh... Abartıyorsun." dedi abartılı alıngan bir sesle.
"Bilmem, abartıyor muyum?" dedi genç adam. "Yeni taşındığımız mahallede hemen evimizin karşısında kabak gibi duran hastaneyi üç sokak ileride aradığın zamandan da abartıyor muydum?"
"Hey!" diyerek anında isyan etti Sirius kaşlarını çatarak. "Sabah kalktığımda o binanın banka olduğuna yemin edebilirim."
"Agh lütfen... Seninle yeniden bu tartışmayı yapmak istemiyorum." dedi diğeri. Elleri hafifçe titrerken kafasındaki gazeteci şapkasına uzanıp başından çıkardı. Derin bir nefes alıp yutkundu ve önlerinde uzanan, kış yüzünden kurumuş uçsuz bucaksız kırlara bakarken devam etti. "Annem ve babamın mezarına giderken değil."
"Harry..." dedi yanındaki omzunu sıvazlarken. "İyi olduğuna emin misin?"
Harry ciğerlerini yoracak kadar derin bir nefes aldı ve başıyla onayladı. "İyiyim Sirius." dedi. "Merak etme."
Sirius pek inanmış gibi görünmese de üzerine gitmemeye karar verdi. "Sen bilirsin." dedi sakince. Gözlerini kısarak yavaş yavaş dağlar arkasına saklanmaya hazırlanan güneşe baktı. "Sen bilirsin..."
Ekim ayının sert rüzgarı yanaklarına vururken Harry paltosunu iç cebindeki mendili yumuşak kumaşına dokundu ve bir iki saniye için gözlerini yumup hafızasındaki hatıralar denizinin onu sakinleştirmesine izin verdi. Bir ya da iki saniye sonra ağır ağır gözlerini açtı ve "Beni takip et." diye mırıldandı vaftiz babasına. Ardından üzerindeki montun düğmelerini ilikleyip şapkasını hızla başına geçirdi ve yerini oldukça iyi bildiği, yazıları silinmeye başlamış iki mezar taşına doğru ilerlemeye başladı.
Beş ya da on dakikalık kısa bir yürüyüşün ardından Harry ve Sirius ikilisi hedefine varmıştı. Büyük bir çınar ağacının gölgesinde kalan iki mezar taşı hemen önlerinde duruyordu... Ve birden bire ikili arasına derin bir sessizlik hakim oldu. Uğuldayan soğuk rüzgar yüzünden hışırdayan sarı otlardan başka hiçbir ses yoktu. Ne bir hayvan ne de bir insan... Hem huzurlu hem de rahatsızlık veren bir sessizlikti. Sirius'un boğazını temizlemesiyle bozulan bir sessizlikti. Gri gözleri yavaş yavaş dolmaya başlayan adamın konuşmakta zorlanıyor gibi bir hali vardı. Normal zamanlarda, sonraki kelimesini bile pek düşünmeden konuşmayı seven bu adam şimdi lafa nasıl gireceğini, ne söylemesi gerektiğini pek kestiremiyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
flowers between bandages | hinny
FanfictionDaha on yaşındayken kocaman Dünya'da yapayalnız hisseden Harry Potter, ona verilen çevresine yara bandı sarılı ufak bir demet papatya sayesinde hayata tutunmuştu.