ilk defa fic yaziyorum,
gergınım.jungkook
Sürekli gördüğüm bir rüya var.
küçük bir erkek çocuğuyum, annemle oturuyorum ve bana şarkı söylüyor.
Güneşin cildime ilk dokunuşunu hissediyorum. Ve annemin bana sardığı kollarının vermiş olduğu huzuru. Bu şekilde kalmak istiyorum, sonsuza dek.Uyandığımda rüyayı deli gibi özlüyorum. Bu rüyanın gerçek olmasını o kadar çok istiyorum ki... ama bu mümkün değil.
Çünkü annem ben çok küçükken öldü.Bir de güneşe çıkamıyorum. Hem de hiç. Xeroderma Pigmentosum ya da XP denilen, güneş ışınlarına karşı aşırı hassasiyet oluşturan bir hastalığım var. Eğer güneş ışınlarına maruz kalırsam cilt kanseri olurum, beynim çalışmayı bırakır ve ölürüm. Komik, değil mi?
Bu yüzden tüm zamanımı içeride, özel yapım pencerelerin ardında, dünyanın en iyi babası olan Namjoon'la takılarak geçiriyorum. Başka arkadaş mı? O tek arkadaşım çünkü... ah, bilirsiniz. Çocuklar bildiğiniz çocuk gibiydi işte.
8. yaşıma basmama henüz birkaç gün kalmışken okula giden birkaç tanesi beni camdan görüp bana bakmaya başladılar, o an belki ilk defa arkadaş edinebilirim düşüncesiyle heyecanlanarak onlara tavşan dişlerimle en büyük gülümsememi sundum ve el salladım fakat bana korkmuş gözlerle bakıp aralarında konuşmaya başladılar.
Onları duydum.
"yok artık!"
"evet, o bir vampir. Bu yüzden özel pencereleri var ve bizimle okula gelmiyor."
"hey, korkmayın gündüzleri bizi yakalayamaz ama geceleri ondan çok uzak durmalıyız."
Duyduklarımdan sonra gülümsemem dudaklarımdan silindi, gözlerimin dolduğunu hissediyordum ve hemen pencerenin önünden kaçtım. Yatağımın içine girdim ve battaniyeme sarılıp ağlamaya başladım. Çok şiddetli şekilde ağlıyordum ama sessizdim, çünkü babamın hıçkırıklarımı duymasından çok korkuyordum. Ona yeterince yük oluyordum ve onu üzmek, isteyeceğim son şey bile değildi. Küçük bir çocuk olmama rağmen o an kendimden ölesiye nefret etmiştim ve o gün ağlayarak uyuduğum ilk gündü.
Ama benden korkmayan biri vardı. Jimin.
Ağlayarak uyuduğum gecenin ertesi sabahı, dün gece hıçkırırklarla ağlamamışım gibi mutfakta babamla kahvaltı ederken kapı ısrarcı bir şekilde çalmaya başlamıştı. Babam kapıyı açmak için yerinden kalkarken güneş ışınlarının bana değebilmesi ihtimaline karşın bana hemen odama koşmamı, gelen kişi gittikten sonra beni mutfağa sırtında getireceğini söylemişti. Bu fırsatı kaçıramazdım ve hemen üst katta olan odama koştum.
Birkaç dakika sonra merdivenleri tırmanma sesi geldi ve babam olduğunu düşünüp beni sırtına alması için hemen ayaklandım. Gülümsüyordum ve heyecanlıydım. Çünkü babamın sırtında olmak bana çok yüksekte hitssettiriyordu, çocukken kendime güvendiğim tek zamanlardı.
ve o anlarda sanki güneşle savaşıp onu yenebilirmişim gibi hissediyordum.Sesler durdu ve kapı kolu hareket etti. Evet babam gelmişti fakat tek başına değildi. Yanında boyu benden kısa olan, sarışın, sevimli bir çocuk da vardı.
Çocuk, iri ela gözleriyle heyecanlı bir şekilde bana bakarak gülümsüyordu. Şaşkın bir şekilde ona bakarken bana elini uzattı ve "Merhaba adım Jimin, ama sen bana en yakın arkadaşım da diyebilirsin." dedi. Ağzım açık bir şekilde bir jimin'e bir babama bakıyordum ve babam jimin'in elini sıkmam için bana kaş göz hareketleri yapmaya başladı. O da en az benim kadar şaşkın ve heyecanlı görünüyordu, sonuçta oğlundan korkmayan bir çocuk görmeye alışkın değildi.
Bana uzattığı eline bir süre daha baktım ve o bu durumdan sıkılmış olacak ki elimi tutup istekle sıktı. Ardından "Ve sen de..." derken lafını yarıda kesip "Jungkook" dedim. Babam bana sanki çok büyük bir şey başarmışım gibi gururla bakıyordu. Ardından keyfimize bakmamızı söyleyerek odamdan çıktı. Jimin ve ben odamda yalnız kalmıştık.
Odamı incelemeye başladı ve en sonunda pencerelerime tıklatıp "bu özel tasarım camlar çok havalı kardeşim." dedi. Hala şaşkındım. Çünkü kasabadaki çocuklar arasında kötü bir ünüm vardı ve benden korkarlardı, geceleri babamla dışarı çıkardık. Beni gören çocuklar ya kaçar ya da ebeveynlerinin arkasına saklanırdı. Babam çocukların ebeveynleriyle tek tek konuşup bunun beni ne kadar üzdüğünü söylese de çocuklar değişmezdi. Alışmıştım artık.
Ama bu çocuk benden korkmuyordu, üstüne üstlük arkadaşım olmak istiyordu. Aslına bakarsanız işi zordu çünkü daha önce hiç arkadaşım olmadığından nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Ama jimin vazgeçmedi ve benimle konuşmaya devam etti. "Baban güneşe çıkamadığını söyledi." dediğinde yüzüm düştü ve kafamı yere eğdim. Üzüldüğümü farketmiş olacak ki
"Hey baksana ben de güneşi hiç sevmem, hem beni yakıyor kıpkırmızı oluyorum" dedi. Ardından yüzünü ekşiterek "hem de vıcık vıcık terliyorum ıyy" dedi ve bu bana çok komik geldiğinden kendimi tuyamayıp kahkaha attım. Jimin de benimle birlikte kahkaha atmaya başladı, şimdi ikimiz de kahkaha atıyorduk ve o an jimin'in benim en yakın arkadaşım olacağını hissetmiştim.Öyle de oldu.
O günden sonra Jimin bize daha sık gelmeye başladı, sık sık geceleri dışarı çıkıp oyunlar oynuyorduk. Bize geldiğinde okulun berbat bir şey olduğunu, iyi ki benim gitmediğimi, gitsem nefret edeceğimi söylüyordu. Bunu okula gidemediğim için üzüldüğümü düşünerek yaptığını biliyordum, çünkü Jimin'in okulda birçok arkadaşı vardı, öğretmenleri onu severdi ve dersleri iyiydi. Benim için uğraşması hoştu bu yüzden ben de ona ayak uyduruyor ve bilmiyormuş gibi davranıyordum.
Yıllar böyle geçip gitti. Artık ben, babam ve Jimin'dik. Ta ki Taehyung'u gördüğüm güne kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunrise with taehyung | taekook
FanfictionJeon Jungkook, milyonda bir görülen bir hastalığa sahipti. Bu hastalık onu eve hapsolmak zorunda bırakmıştı.