Sicim gibi yağan yağmur, siyah vans ayakkabılarımı bebek bezine çevirdiği sırada saçlarımı koruyan kapüşonum aşağı doğru sarktı. Hızlıca tekrardan eski durumuna getirerek gözlerimle etrafı aradım. "Tanrım! Ne diye almazsın yanına şemsiye?" Kendi kendime hayıflandım bir süre. Her ne kadar kızsam da şu an bir şekilde bir yer bulmaya odaklanmalıydım. Yoksa yurda döndüğümde Seola'dan sağlam bir azar yerdim. Boşta kalan elimle gözlerimi ovuşturdum, sudan dolayı hafif bulanıklaşmıştı. Belki beş, belki de on dakika sonra şehir merkezinin az ilerisinde küçük bir kahve dükkanı gördüm. Şimdilik kurtuluşum olan mekana doğru koşmaya başladıktan sonra bir hışım içeriye girdim. İçerideki insanlar neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Çünkü sazan balığı gibi bir anda içeriye dalmıştım. Fazla kalabalık değildi, herhalde ilerideki kasabanın insanıydı.Kendime boş bir yer aradım. Bugünkü şansım mı yaver gitmişti, yoksa tanrı mı bana acımıştı bilmiyordum ama cam kenarı boştu. Yavaş adımlarla oraya ilerledikten sonra buram buram gelen kahve kokusunu içime çektim. Sonbahar aylarında-gerçi yazın buzlu lattenin dibine vursam da- genelde kahve daha çok içesim geliyordu. Bir süre dışarıyı seyrettim, ben dışarıdayken yeterince şiddetli değilmiş gibi daha da azgınca yağıyordu yağmur.
"Bunun dinmesi en az iki saati bulur ben sana söyleyeyim."
İki masa ilerimde konuşan orta yaştaki kadına kulak misafiri oldum. Her ne kadar yurda geç gideceğim için mızmızlansam da haklı gibi gözüküyordu. Artık bu minik kafe beni iki saatliğine misafir etmek zorundaydı. Yüzümün önüne düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra yerimden kalkarak az ilerideki yere yöneldim. Kahve söyleyip oturduğum masanın hemen yanındaki raftan bir kitap alacaktım. İstediğim kahveyi söyleyeceğim sırada gözlerim az ileride bir çift göze takıldı. Bir süre çekmedim, o da çekmedi. Önümdeki insanların ardından sıra bana geldiğinde kısık bir sesle isteğimi dile getirdim.
"Bir cappuccino lütfen."
Cümlemi bitirdim ve adama baktım. İsteğimi onaylamış bir biçimde başını salladı ve işine döndü. Ben de ücreti kasadaki kıza verip kitapların olduğu rafa ilerledim. Ellerimi kitapların kapaklarında gezdirirken birinde durdum. İsmini okuduktan sonra tam alacaktım ki bir el kendiminkinin üstüne bindi. Anın şokuyla elin sahibine baktım. Aynı bakışları o da bana atınca hızlıca kitabı çekip elime aldım.
"Önce kim dokunursa onundur taktiği ha?" Sesin sahibi oldukça sakindi. Normalde utancımdan oradan koşarak uzaklaşırdım ama ne hikmetse özgüvenim bugün tavan yapmıştı.
"Uzaktan pek de okuyan bir tipe benzemiyorsun." Dedim kaşlarımı kaldırarak.
Kollarını göğsünde birleştirerek tilkimsi gözlerini bana dikti. "Kitap kapağından anlaşılmaz."