Ses, ışık, ter ve kalabalık. Bu dört kelime bulunduğum yeri tamamıyla açıklıyordu.
Gözümü alan kocaman mekanda yolumu bulmakta zorlanıyordum. Kafam biraz bulanıktı ama buradaki diğer insanlarla karşılaştırılamazdım bile, en azından adımı hatırlıyordum hala. Biraz yalpalıyordum ama burası o kadar kalabalıktı ki düşmem imkansızdı, düşebileceğim kadar büyük bir boşluk yoktu yerde. Bu kadar insanın arasında o kadar sıkışmış hissediyordum ki acilen soğuk bi seyler içip temiz hava almak istiyordum. Bu o an bana o kadar lüks ve ulaşılmaz geldi ki bu kalabalıkta can çekişerek öleceğime ikna oluverdim. Yüksek ama rahat, iş makinesi gibi ayakkabılarımla insanların ayaklarını çiğniyordum artık. Tek ama tek bir sorum vardı: Bu insanlar bu fiyatta içkilerle nasıl sarhoş olabilecek kadar içebiliyorlardı? Benim param sadece hafif baş dönmesine kadar yetmişti.
Manyak gibi dolaşıyor olmalıydım ama neyse ki kimsenin dikkatini çekmiyordum, herkes ya dansla ya sevgilisiyle ya da ikisiyle birden meşguldü. Varlığımın ben dahil kimse farkında değildi.
Bir süre dolandıktan sonra bir merdivenin önüne gelmiştim, merdivenin önü 'burası zenginlere' dercesine kapatılmıştı. Biraz geri gidince merdivenin komple bomboş olduğunu gördüm. Aklımdan sadece tek bir şey geçiyordu: O merdivende insansızlığın tadını çıkaracaktım. Bu tarafa doğru gelen muhtemelen işi burda beklemek olan adamı görmemle acele bir karar vermem gerektiğinin farkına vardım.
Engelin yanından geçmeye çalıştım. Ya yukarı çıkacaktım ya da burda kalıp kalp krizi geçirerek ölecektim. Acele etmem gerekiyordu. Engel, üstünden geçilmeyecek kadar uzundu. Çok ama çok derin bi nefes alıp elbisenin eteğini bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Bu çok etkili önlemim eğildiğim anda kısacık eteğin nerdeyse yok olacak kadar yukarı çıkmasıyla patlamış oldu ama zaten burda kimse benim ne yaptığımla ilgilenmiyordu. Adamın artık iyice yaklaştığını görebiliyordum. Tüm onurumu ayaklar altına alıp kendim de eğilebildiğim kadar eğildim, dengemi kaybedip düştüğümde ağlanacak bir haldeydim ama sıkıntı değildi çünkü yerde hafif yuvarlanma, biraz da sürünme suretiyle kendimi merdivenin birinci basamağına atmıştım bile... Üzerimi başımı düzeltmek aklıma gelmeden koşarak korumanın beni göremeyeceği kadar yukarı çıktım. İnsansız bir alana varmış olmanın keyfiyle yere yığıldım. Müzik artık daha boğuk geliyordu. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra kalkacak gücü kendimde bulduğumda ayağa kalktım ve üzerimi nihayet düzelttim. Engelle bir daha dans etmek üzere aşağıya yöneldim ama bunca zaman burda durmama rağmen kimsenin beni kovmamasına güvenerek biraz daha yukarı çıktım.
Bingo.
Lüks ve refahın tablosu gibiydi gördüğüm yer. Bu kulübe ilk geldiğimizde de etkilenmiştim fakat burası bambaşka bir dünyaydı. Etrafın loş ışıklandırmasına baktım, aşağıdaki gibi deli deli renkler yoktu burda, daha sakindi. Masaların üzeri eminim on binlerce lira tutacak içkilerle donatılmıştı.
Bir sürü güzel kızın arasına karışıverdim. Zaten boyumdan dolayı aralarında yok oluyordum. Kimse ne yaptığımı kim olduğumu sorgulamıyordu, hatta kimse varlığımı fark etmiyordu bile! Galiba burda daha başka bir parti vardı.
Masada yetim duran pahalı şarap şişelerine baktım, güzelce içmenin vakti gelmişti işte! Burdaki insanların alman hesabı yaptığını düşünmüyordum. Müthiş davetkar deri koltuğa kendimi attığımda sevinçten ölecek gibiydim. Umarım kimse fark etmezdi beni.
Önümdeki temiz kadehlerden birine uzandığımda bana doğru gelen uzun bir siluet fark ettim. Sanırım şimdi sıçmıştım, cüsseli gövdesinden anladığım kadarıyla güvenlik gibi bir şey olmalıydı bu.
Daha dikkatli bakınca telefonla konuştuğunu fark ettim, üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve bana bakmıyordu. Güvenlik degildi! O da kendini yanıma attı. Kaşlarını çattığını az çok seçebiliyordum, sanırım beni tanımaya çalışıyordu."Kimsin sen?" dediğinde stresten bütün beyin fonksiyonlarımı yitirmiştim.
"Özür dilerim, özür dilerim..."
Korkudan bayılıcaktım şimdi. Saçma sapan tehlikeli işler bana göre değildi.
Özür dilemelerimin arasında ayağa kalkmaya yeltendiğim sırada kolumu aşağıya çekerek beni geri oturttu. Geriye doğru kaykılarak cebinden sigarasını çıkardı. Masadaki çakmağı işaret ederek ver dercesine bi hareket yaptı.
Kalbim çok ama çok hızlı atıyordu. Sanki banka soymuştum ya, neydi bu stres böyle? Ayrıca adamın bir tarafında değildi benim orda olmam. Önümdeki çakmağa eğildiğimde o da sigarasını dudaklarının arasına yerleştirmişti.
"Burda sigara içilmiyor olabilir..." dedim çekinerek. Çok etkilenmiş gibi degildi uyarımdan. O anda dünyanın en büyük salağı gibi hissettim. Kimsenin 50-60 bin liralık içki sipariş eden adamlara gelip burda sigara içmeyin diyeceği yoktu herhalde...
"Sorun degil benim burası" dedi rahatlıkla.
Bi saniye, benim burası ne demekti?
"Ne demek benim? Loca kısmını mı kapattırdın?"
"Komple, kulüp benim." dedi,
Bu süper bir haberdi.
"İstediğimi içiyorum o zaman.." dedim. Artık utanmam arlanmam kalmamıştı. Hafif bir gülümseme fark ettim galiba suratında. Kafana gire takil der gibi oynatti elini.
Shot bardaklarından bi tanesini de ona uzattım. Hafifçe havaya kaldırıp kafasına dikti. O da tam anlamıyla ayık değildi galiba ya da dünyanın en rahat insanıydı. Bardağı uzanıp masaya koymak yerine masaya doğru atınca irkildim. Kesinlikle kafası güzeldi ve kesinlikle çok rahat birisiydi.
Ayrıca madem beleş sınırsız içki vardi, acaba arkadaşlarımı çağırsam sıkıntı eder miydi? Bu düşüncenin utanmazlığı benim bile sınırımı aşıyordu artık, kendi refahımı tehlikeye atmamak adına arkadaşlarıma minik birer ihanet ettim. Telefonumu aranırken çantamı da onların masasında bıraktığımı hatırladım ama neyse ki telefonumu elimde getirmiştim. Tuvalet için yanlarından ayrılırken bunların olacağını düşünememiştim tabii...
Masada sanki yokmuş gibi sürekli içki geldikçe etrafımız kalabalıklaşıyordu. Yanımdaki adamı incelemeye başladım. Kısa saçlarının rengini tam seçemiyordum ama koyu olduğunu anlayabiliyordum. Burnu düzgündü ama asıl etkileyici olan elleriydi. Sigaradan zerre kadar haz etmiyordum ama o sigara tutan elin fotografını göğsümün ortasına dövdürebilirdim.
alkolün etkisiyle neredeyse tamamen kaybettiğim utanç duygusu ona olan dikkatli bakışlarımı yakalamasıyla hızla içime geri doldu. Bana doğru yaklaştı. Simdi de o bana bakıyordu. Nefesim kesilmişti... Yeniden arkasına yaslandı. Bir şeyler söyleyip sohbet başlatmak, sesini yeniden duymak istiyordum. Kafam çalışmıyordu, karnıma yumruk yemiş gibiydim, düşüncelerim bir araya gelip tek bir lanet kelime bile üretemiyordu. Haddimden fazla içmiştim bu akşam...
Nihayet sorulabilecek en basit şey aklıma geldi;
"Adın ne?" dedim müthiş bir soru bulmuş olmanın sevinciyle.
Cevap olarak saçlarıma dokundu. Geri çekilmedim, aksine biraz daha yaklaştım. Sigara ve tanıdık bir parfüm kokuyordu, hafifçe içime çekmekten kendimi alamadım.
Adın ne sorusu ne kadar güzel bi soruydu öyle!
Dudaklarımız birleştiğinde kalbimin sesini o da müziğe rağmen duyabiliyor muydu acaba? Kolunu belime sararak öpüşünü derinleştirdiğinde aklımın faaliyetlerini tamamen durdurmuştu.
"Gidelim burdan." dedi,
Bir saniye bile durmak istemiyordum, cevap olarak çok daha istekli bir öpücükle karşılık verince sanırım ikimiz de ne demek istediğimi çok iyi anlamıştık...
Ayağa kalkarak elimden tuttu. Beni kapı sandığım yere doğru sürüklerken arkama dönüp masada duran 11 boş kadehe baktım,
Alkol bazen güzelliklerin de anası olabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
11 Kadeh
Teen Fiction"Adın ne?" dedim müthiş bir soru bulmuş olmanın sevinciyle. Cevap olarak saçlarıma dokundu. Geri çekilmedim, aksine biraz daha yaklaştım. Sigara ve tanıdık bir parfüm kokuyordu, hafifçe içime çekmekten kendimi alamadım. Adın ne sorusu ne kadar güz...