Sakın Unutma

147 6 1
                                    

Dünya ölmek üzere ve ben eskiden nasıl bir yer olduğunu çoktan unuttum. Sadece bazı hayaller, zaman zaman rüyalarda görünen anılar var. Bir de küçük kızım.

Daha fazlasını unutamam.

Karanlığın ortasındayız. Yolda bulduğumuz ölü kuşu ateşte pişiriyorum. Kızım Zeynep yanıma sokulmuş, üzerindeki kat kat elbisenin ağırlığı altında ezilmiş bir halde küçücük gözleriyle beni izliyor. Daha önce hiç kuş görmedi. Ölüsünü bile. Doğrusu ben de ne zamandır görmemiştim. Kuş uzun süredir ölü olmasına rağmen, et yiyecek olmamız kim bilir ne kadardır börtü böcekten başka bir şey girmemiş olan midemin sabırsızlanmasına neden oluyor.

Hava çok soğuk ve hafif bir kül yağmuru var. Etrafta duyulan tek ses önümde yanan çalı çırpıdan çıkan çıtırtılar. Başımı göğe kaldırıyorum ama orada da sadece karanlık var. Yıldızlar görünmeyeli o kadar çok oldu ki, neye benzediklerini hatırlamak zor. Belki artık orada bile değillerdir. Yukarısı sanki uçsuz bucaksız, karanlık bir çukur gibi...

Yerde ise, yanan ateş ancak birkaç metre ötesini aydınlatabiliyor, sanki yeryüzünde kalan son yer burasıymış gibi. Ötesi yok. İçimi bir çaresizlik ve yalnızlık kaplıyor. Gözlerimi yumup kendi karanlığıma gömülüyor, kederime yenilmemeye çalışıyorum.

"Kuşlar uçar mıydı, anne?" diye soruyor Zeynep. Parıldayan gözlerini bana dikmiş, merakla kırpıştırıyor. Yüzü pislikten ve isten kararmış.

Gülümsemeye çalışıyorum. "Evet, uçarlardı."

"Küller gibi mi?" diyor süzülerek düşen küllere bakarken.

Kızcağızın asla göremeyeceği, eski dünyanın onca güzelliğinin hissettirdiği duyguları hatırlar gibi oluyorum birden. Ama ayrıntılar kafamda şekillenmiyor, sadece bir his.

"Evet," diyorum titrek bir sesle. Kirden birbirine dolanmış saçlarını okşuyorum. "Küller gibi, ama uçarak istedikleri yere de gidebilirlerdi."

Önümüzde yerde duran, kuştan yolduğum tüylere bakıyor. "Keşke ben de uçabilsem," diyor. "Yürümek çok yorucu."

Zeynep'imi kendime çekiyorum. Düşüncelerimi sözlere dökmek mümkün değil.

"Daha pişmedi mi?" diyor kuşu işaret ederek.

Bir dalın ucunda pişmekte olan kuş neredeyse yanacak. "Pişmiş diyorum," sağı solu kararmış kuşu ateşten çekerken.

Birbirimize iyice sokuluyoruz. Bir parça et koparıp Zeynep'e uzatıyorum. Eti alıyor, önce bir kokluyor, sonra da koca bir lokmayı ağzına atıyor. Çiğnedikçe yüzüne hoşnut bir ifade yayılıyor. "Çok güzelmiş."

Ben de bir lokma alıyorum. Tadı o kadar güzel ki... Etin eski zamanlardan bazı anıları çağrıştırmasını bekliyorum ama bir şey olmuyor. Kuşu kemirirken, kızıma yeni öğrendiği bazı şeyleri tekrarlatmak istiyorum.

"Ona kadar say," diyorum. Parmaklarıyla teker teker göstererek sayıyor. "Aferin kızıma."

Kuşun son etlerini de sessizce kemiriyoruz. Bugünkü yemeğimizi yedik. Yarına yiyecek bir şeyimiz yok ama gün doğduktan sonra bir şeyler bulabileceğimizi umuyorum.

Ellerimden süzülen yağlara aldırmadan çantamın ön gözünden sağı solu yırtık, eski bir gazete parçası çıkarıp Zeynep'e doğru uzatıyorum. "Anne ya," diyor her zamanki gibi yüzünü asarak. "Bugün okumasam olmaz mı? Çok yoruldum."

Okumayı yeni öğrendi sayılır. Okul yaşı geldi mi, gelmedi mi bilemiyorum gerçi. Ayları ya da yılları takip etmeyi bırakalı çok oldu.

"Okumazsan ne olur demiştim sana?"

Sakın UnutmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin