Giriş.
iki yaralı ruh
Geniş tavanlı karanlık oda, yarısına kadar perde ile kapatılmış camlar, hafif uğultu ve duvara ulaşan ay ışığı. Bütün sesler ona fazla geldiği için kendisini bir şekilde uykunun kollarına bırakmak isteyen adamın tüm istediği kendinden kaçmaktı. Hissettiği hayal kırıklığı onu baştan aşağı sarmalıyor, neredeyse nefes almasını imkansız kılıyordu. Tek başına olduğu ufak dünyasında, kendisinden kaçmayı deniyordu. Son bir haftadır, neredeyse doğru dürüst hiç uyumadığını belli eden göz altlarını ovdu, derin bir nefes alıp elini alnına koyup uzanmaya başladı. Boş tavan ona, kahverengi irisleri tavana bakıyordu. Bir anda sağ tarafa doğru döndü, derin nefesler aldı, ne yaparsa yapsın, kafasındaki ses susmuyordu, kendini suçluyor, başka yollar arıyordu. En sonunda dayanamadı ve kendini yataktan attı, bir anda doğrulduğu için başı döndü ve sendeledi, kuru boğazı ile cama yanaşıp perdeyi tamamen açtı ve dışarıya baktı. Sonra durduk yere arkasına, odasına baktı. Görüş alanına tamamen ay ışığı ile aydınlanan duvar ve dibindeki tuval, rastgele boyalar, dağınık duran müzik kasetleri ve müzik çaları girdi. Başarısızlıkları kafasından geçtikçe deliriyor, titriyor, ve hiçbir hobisini görmek istemiyordu. Yatağının dibindeki örtüye doğru hızla yürüyüp kavradı, hızla tuvalin üzerine fırlatıp yere çöktü. Oturduğu yerden odasına göz gezdirmeye başladı. Kahverengi tahta kapısına ve yanında duran ufak bej rengi çöp kovasına baktı, buruşturulmuş kağıtlar ile dolmuş, hatta taşmıştı. Ufak çöpün yanındaki kitaplığa göz gezdirdi, bazı kitaplar yere düşmüş, tamamen karışmıştı. Kitaplığın yanına asılmış mantar pano arkadaşları ve onun bazı fotoğrafları, şiirler ve hoş sözler ile doluydu, arkadaşlarının, "Han jisung adına..." şeklinde başlayan doğum günü mektubu, ve panonun altındaki beyaz komodin. Komodinin üzerine bir demet lavanta yerleştirilmiş, dibinde ise günlük ve eskiz defteri duruyordu. Penceresinin olduğu duvarda bir şeyi yoktu, orayı bomboş bırakmak istemişti. Kitaplığın olduğu duvarın karşısında tek kişilik yatağı, tepesine asılmış şiirler, kitap alıntıları vardı. Yatağının yanında siyah bir boy aynası, ve en sonunda tuvalinin olduğu köşe, ve şimdi zar zor güç bulup gözlerini açan, üstü kahverengi örtü ile kapatılmış tuvalin dibinde acı çekerek oturan kendisi, Jisung.
Komodinin üzerindeki çevirmeli telefonun çaldığını duydu, muhtemelen arkadaşları akşam akşam dışarı çıkmak ve moralini yerine getirmek istiyordu. Ayağa kalkacak gücü kendinde zar zor bulurken, bir de telefonuna gitmek ve arkadaşlarının her gün yaptığı aramaları cevaplamak onun için imkansız gibiydi. Arkadaşları psikolojisinin her geçen gün ne kadar kötüye gittiğini biliyordu. Jisung neredeyse her gün Felix'in ona, "seni birilerine götürmeliyiz, veya gelip bizi görmelisin" demesi ile uyanıyordu. Son zamanlarda yatağından çıkıp komodinin üzerindeki telefona ulaşmak imkansıza dönüşmüştü. Normalde alt kattaki salonunda vakit geçirdiği, çizdiği, okuduğu veya müzik dinleyip piyano çaldığı halde, alt kattaki salonu ona başarısızlıklarını, ve geçirdiği düzgün zamanları hatırlattığı için kendini üst kattaki odasında bulmuştu. İki katlı, taş tuğla görünümlü, pastanenin karşısındaki bir evde yaşıyordu Jisung, evin tavanı oldukça yüksek ve ferahtı, ailesinin ve abisinin de desteği ile yerleştiği bu ev çok kısa zamanda güvenli alanı olmuştu. Alt katı üst kata bağlayan, sarmal siyah bir merdiveni vardı. Salonu ve mutfağı birbirine bağlı ve aynı yerdeydi, salondaki geniş pencerelerden dışarıyı izlemek en sevdiği şeylerden biri olmuştu.
"Sahil." dedi kendi kendine, "Sahile gitmek istiyorum." Kafasını yavaşça kaldırdı, az ileride bulunan kıyafet yığınına doğru yürümek için yatağına tutunarak kalktı, Bej rengi boğazlı bir kazak, ve bol siyah bir pantolon giydi, siyah kabanını üstüne aldı, not defteri ve bir kalemi tuvalin dibinden kapıp kendini odasından dışarı attı. Merdivenleri inip dış kapıyı açtı, "Sahil, sahil bana iyi gelecektir." diye sayıkladı kafası karışık bir şekilde. Her kafası karıştığında, hisleri boğazına kadar gelip onu yaşatmayacak kadar kötüleştiğinde, kendini yeterli hissetmediği anlarda sahile atardı kendini. Mavi görünümlü tuzlu suyun, içindeki sorunları beraberinde götürebileceğine inandığından mıdır, yoksa bu zamana kadar sorunlarının üstesinden nasıl geleceğini bilemediği, öğrenemediği ve kendini hep düşünceleri ile baş başa bir şekilde odasında bulduğundan mıdır, kendisi de karar veremiyordu. Soğuk hava teni ile temas ederken adımlarını hızlandırdı, sahile doğru ilerliyordu, fakat bir anda duraksadı, "İçmek istiyorum." diye mırıldandı, "Uzun süredir bir şeyler içmedim." Yolunu bara doğru çevirdi, kendisi bile ne yaptığını, ne düşündüğünü anlayamıyordu. Sokaklar, kafası iyi olan bir kız grubu, el ele yürüyen sevgililer ve arabalar hariç sessizdi. Girişi sarmaşıklarla süslenmiş, büyük gri binayı gördüğünde yavaşça gülümsedi, unutmanın her şeyi çözebileceğini düşünüyordu, adımını kaldırıma doğru attı, barın kapısına doğru uzanacakken bar duvarının dibinde oturan, saçma sapan gülen birini fark etti, bakışları o tarafa doğru döndüğünde gülümsemesi yüzünde dondu, "Jisung." duyduğu ses onun için oldukça tanıdıktı, nerede olsa bu gözleri tanırdı, yalnızca üç saniye göz göze gelmeleri Jisungu ortaokul yıllarına götürmüştü, birlikte nehir kenarına gittiği, dondurma yediği, dersleri asıp, küçük çocuklara güldüğü eski arkadaşı bar duvarının dibinde oturmuş, ismini söylüyordu. "Minho?" sarhoş adam gülümsedi, "ismimi hala hatırlıyorsun." Jisung hala olayı kavrayamamış, öylece Minhonun suratına bakıyordu, Jisung ve Minho ortaokulda yakın arkadaşlardı.Bir gün Jisung, artık Minhonun olmadığını, taşındıklarını öğrendiğinden beri ondan haber alamamıştı. Minho tek bir kelime etmeden gitmiş, geriye ne bir not, ne de başka bir şey bırakmıştı. Çocukluk anıları hariç. Ne onun başına ne geldiğini, ne de nasıl hala aynı yerde, aynı barın önünde olduklarını veya nasıl Minhonun sarhoş gözlerle ona baktığını anlayamıyordu. Merak duygusu kendi hislerini unutturmuş, bütün her şeyi arka plana atıp yalnızca Minho ile olan anılarını hatırlamıştı, "Neden buradasın?" dedi Jisung, duvar dibindeki adam kafasını kaldırdı, "Asıl sen, neden kafan bir karış havada, bu saatte buradasın?" sert bir rüzgar esti, durgunluk oldu ve birbirlerine baktılar, "Sahile gitmek istemiştim." dedi ayaktaki adam, "ama bir şey söylemeden beni terk eden arkadaşım ile konuşmak ilgimi çekti." Minho gülümsedi, "Bana yardım etmelisin, Jisung."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çan Çiçeği | Minsung | Angst
Fanfiction"Sen beni bıraktın bırakalı eskisi gibi olamadım Minho. Neden bırakıp gittin beni?" Minho öylece Jisung'un gözlerine baktı. "Seni arkamda bırakırken kendimi de arkada bıraktım ben, Jisung."