litost.

497 49 493
                                    

Kapıyı açıp içeri girdiğimde bakışlarımı hemen karşı tarafıma diktim. Önümdeki duvar yüzünden biraz arkada kalan yatağın üzeri zar zor seçiliyordu ama buna rağmen orada oturduğunu fark edebilmiştim. Kapıyı arkamdan kapayarak birkaç adım ileri attığımda onu daha rahat görebilir hale gelmiştim. O da beni fark etmiş olacak ki donuk mavi gözleri ilk önce bir süre yüzümde gezindi. Ardından onunkilerin yanında hiçbir özelliği yokmuş gibi hissettiğim gözlerimde bir süre sabit kaldı. Özellikten kastım nadirlik veya ona benzer bir şey değil, yalnızca hislerdi. Ne dendiğini bilemediğim bazı hisler onun mavilerini benim için özel hale getirmişti. Aynaya baktığımda asla hissedemediğim hislerdi bunlar. Bu yüzden yüzümdeki bu morlar tamamen anlamsız ve boştular.

Bakışlarını hiçbir şey söylemeden yüzümden aşağı, yere indirdiğinde ben de onun yaptığını yaparak gözlerimi ondan ayırdım. Daha fazla ilerleyerek onun oturduğu yatağın önündeki sandalyenin orada durdum. Üzerimdeki ceketi çıkartarak sandalyenin üzerine bırakırken yan tarafımdan tekrar sessizce izlendiğimi fark ederek hafifçe yutkundum.

Odaya dönerken onu burada bulmayı beklemiyordum, şaşırmıştım. Yani, elbette burada olmak en az benim kadar onun da hakkıydı. Bu oda Paris'te kaldığımız süre boyunca Kont Orlok tarafından ikimize özel olarak tahsis edilmişti ama o buraya uyumak için bile nadiren gelir, otelin çatısını ona özel olarak bir yatak gibi kullanarak gökyüzündeki ayı kendine battaniye, yıldızları ise birer yastık yapardı. Bu durumda onu hem odada hem de benim yatağımın üzerinde bulunca şaşırmak en doğal hakkımdı. Kapının yanındaki yatak zaten yalnızca ona aitken neden gelip de benim yatağımda oturuyordu ki?

Odaya hakim olan sessizliğin verdiği sıkıntıyla iç çektim ve hala şaşkınlığım sanki bana yapışmış da kalmış gibi hissettiğim halimle yatağıma, onun yanına, oturdum. Her hareketimi göz ucuyla takip edip ne yaptığıma dikkat etse de ilgilenmiyormuş ve umrunda değilmiş gibi davranıyordu.

Sessizlik bulunduğumuz odayı bir kafesmiş gibi içine almaya devam ederken sıkıntıyla başımı arkamdaki duvara yasladım. Her zaman böyleydik. Hem susmak bilmeyen sesler hem de içinde boğulmanıza neden olacak sessizlikleri aynı anda yaşardık. Biz aynı anda her şeydik.

Sürekli kavga eder, barışır, ardından tekrar kavga ederdik. Birbirimizi kimsenin bize söylemeye zahmet etmediği laflarla teselli ederek iltifatlarımız içinde yüzer, hemen ardından hakaretler savuşturarak başkalarının arkadaşları için ağızlarına dahi almayacakları sözleri onların ardına eklerdik. Bu yüzden her sessizliğimiz cennetteki ırmaklardan birer damla gibi gelen övgüler ve cehennem ateşi kadar yakıcı hakaretleri barındırırdı. Her konuşmamız ise okyanus kadar derin olacak bir sessizlikti.

Sıkıntıyla saçlarını karıştırdığını fark ettim. Bir şey düşünüyor gibi bir hali vardı. Onu rahatsız etmek istemedim. Onu hiç rahatsız etmek istemezdim ama varlığımın bile onu rahatsız ettiği düşüncesindeyken dayanamadım. "Ne düşünüyorsun Vanitas," diye sordum kollarımdan biri ikimizin arasındaki boşluğa düşüp bedenlerimizi daha yakın hale getirirken.

Düşüncelerini kesmemden çok vücudunda bir kesik açmışım gibi irkilerek bana döndü. Soruma cevap verdiği esnada bakışları benim üzerimden gitmiş ve tekrar önüne dönmüştü. "Hiçbir şey."

Aldığım cevabın bende uyandırdığı etkinin bir dışavurumu olarak gerginlikle güldüm. Yine ortaya bir sır perdesi çekiyordu. Düşündüğü ve kafasını kurcalayan bir şeylerin olduğu aşikardı. Böyle 'hiçbir şey' diyerek kesip atması bu gerçekliği değiştirmiyordu. Her zaman gizemli adam rolüne bürünmek hoşuna gidiyordu sanırım.

Normalde bu işin arkasını arar, onu üstelerdim ama zaten kendi kafam yeterince karışmış haldeyken ve onu anlatması için son üstelediğimde olanlardan sonra bu fikir pek de cazip gelmemişti. Daha önce de sadece onu rahatsız edenin ne olduğunu öğrenmek ve ona elimden geldiğince yardım etmek istemiştim. O da bunun karşılığında bana bıçak çekmişti.

litost || vanoé, one shoot.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin