Olaylar genel olarak novel ayrıntılarına göre ilerleyecektir ancak manhua ve donghuası ile çok farklı bir içeriği yoktur. Aslına bakarsanız karakterleri bilmeseniz bile okuyabilirsiniz.
Bu hikaye Wei WuXian'ın ölümünden hemen sonrasını anlatmaktadır.
Dikkat angst!!!
Bölüm Şarkısı: Yarım Kalan Sigaram
******
Lan Wangji aldığı cezadan dolayı sırtı yara içindeyken abisinin ısrarları üzerine dinleniyordu. Ona kalsa ölümüne neden olacak olsa bile Wei WuXian'ın yanına giderdi.
Nedense sessizdi o gün. Saatlerce ölüm sessizliğini andıran bir sessizlik peyda olmuştu. Bu sessizlik Lan Wangji'ye sadece annesinin ölümünün ardından yapılan yas törenini hatırlatıyordu. Tüm gün sadece arada bir yemek ve ilaç getiren klan üyesi geliyordu. Sessizlik ancak gece yarısına doğru bozuldu. Basit bir gece avıdır diye düşündü uzandığı yerden yaralı genç. Değilmiş.
Tam olarak ne olduğunu öğrenebilmesi için abisinin onu ziyaret etmesi gerekmişti. Aslında tam olarak ne olduğunu söylemedi. Sadece bir cümle etti: "Wei WuXian öldü." Birkaç saniye Lan Wangji cümleyi anlamaya çalıştı. O artık yok muydu? Sürekli saçma sapan şakalar yapıp ona sataşan, kuralları asla umursamayan, her zaman ceza alıp onları yarım yamalak yapan, gözlerinde hayat ışığı olan, dudaklarında yaşam bulduğu o adam ne demek artık yoktu?!
Buna inanamazdı. Aklı olan kimse inanmamalıydı! Wei WuXian ona her şeyin kontrolü altında olduğunu söylemişti. Evet, o yalancıydı ama bu konuda ona güvenmeyi seçmişti Lan Wangji. Kısa bir sessizlikten sonra yaralı çocuk uzandığı yerden doğruldu. Canı acısa da dışa vurmamaya dikkat ediyordu. Yatağının başında duran Wangji'yi yanına aldı. Bichen de olsa iyi olurdu ancak cezadan dolayı klan büyükleri kılıcına el konmasının en iyisi olacağına karar vermişlerdi. Lan Xichen onu durdurmaya çalışmıştı ancak içten içe biliyordu, kardeşi onu dinlemeyecek kadar yıkılmıştı. Kendisi teyit etmesi gerekiyordu.
Yanında Bichen olmadığından havadan gidemedi. Kestane toplamaya gittiği zamanki gibi paçaları çamura bulanmıştı. Sırtındansa kanlar akıyordu. O bunları önemsemedi. Önemsediği tek şey o kişiydi. Saatler sonra daha önceden gelmiş olduğu mağaradaydı. Hüzünlü gözlerle baktı mağaraya. Wen Ning'in bilincini kazandığı o günün üzerinden o kadar zaman geçmemişti oysaki. Nasıl bu hale gelmişti her şey?
Daha önceden siyahlı gencin oturdu taş parçalanmıştı ancak beyazlı gen yine de parça taşların üzerine oturmayı seçti. Kucağına Wangji'yi kurdu. Tellere dokunmadan enerjisiyle çalmaya başladı. Etrafta bir sürü parça ruh vardı ama hiçbiri ona ait değildi. Oradaki ruhlara sordu onu, hiçbiri bilmiyordu. O gelene kadar çalmaya devam etmek istedi. Enerjiyle telleri çalamayacak hale geldiğinde o keskin telleri elleriyle çalmaya devam etti. Görüşü bulanıklaştı gözündeki yaşlardan. onu duyan ruhlar durması için yalvarmaya başladılar. O olsaydı bana eşlik ederdi, o olsaydı yaralarımı sarmak için kendi kıyafetlerini parçalardı, o olsaydı gözyaşlarımla dalga geçerdi, o olsaydı...
O sırada Lan Wangji bir ses duydu. "Baba?" A-Yuan denilen ufak çocuktu bu. Tek bir defa görüşmelerine rağmen onun için Lan Wangji babası, Wei WuXian annesiydi. Wei WuXian bu derecelendirmeye oldukça sinirlenmiş ve kendisinin büyükbaba olması gerektiğini söylemişti. Beyaz genç aklına gelen anıyla derin bir nefes aldı. "Hm?" dedi A-Yuan'a. "Onlar gittiler mi?.." diye sessizce sordu küçük çocuk. Lan Wangji kimden bahsettiğini anlayamamıştı; çocuk kendi ailesinden mi bahsediyordu yoksa çocuğun ailesini öldüren kendi ailesinden mi? Gerçi bunun da bir önemi yoktu sonuçta buradaki ceset yığınları arasında tek kalanlar o ikisiydi.
"Evet, gittiler..." dedi. Evet, gitmişti.
Ellerindeki kana baktı. Kolunun yeliyle Wangji'yi sildikten sonra onu yaralarla dolu sırtına taktı. Wangji tekrar kana bulandı. Ellerini kol yenlerinin içine gizledikten sonra A-Yuan'a yaklaştı. "Benimle Gusu'ya gel." dedi. Sevdiği adamın aksine A-Yuan onun teklifini kabul etmişti. Onu kucakladı. Gelirken birkaç saatini alan yol dönerken yaklaşık bir gün sürdü. Ufak çocuk bu süre boyunca hep uyudu.
Gusu'ya vardıklarında elindeki tek parayla İmparator'un Gülücüğü aldı. Onu kol yenine koyduktan sonra Bulut Geçidine girdi. Lan Qiren ve Lan Xichen onu kapıda bekliyordu. Onlara aldanmadan yürümeye devam etti. Sonra aklına kucağındaki ufak çocuk geldi, arkasına dönüp A-Yuan'ı abisine nazikçe verdikten sonra yorgun bir sesle "Benim himayem altında olacak. sorun çıkarmaz ama çıkarırsa sorumluluğunu üstleneceğim."
Odasına gitti, çoktan hazırlanmış küvette yıkanıp yaralarını tekrardan sardı. O artık yok. bu düşünce aklından çıkmıyordu. İçki şişesini açıp kendine bir bardak koydu, tek seferde içti, sızdı ve uyandı. Lan Wangji garip şekilde önce sızar sonra sarhoş olurdu. Kafasındaki düşünceyi yok eder umuduyla içmişti ancak sadece daha da sesliydi onun olmadığını vurgulayan düşünce. Tek istediği onunla bir olmaktı ama insanların saçma sapan düşünceleri yüzünden olamamıştı.
Bir anda her şeyin nerede ters gitmeye başladığını düşündü. En büyük sorun Karanlık Kaplan Mührüydü. O mühürün yapıldığı demir Wen klanının onları hapsettikleri kurbağada bulunan bir kılıçtan elde edilmişti. Ayrıca ikinci en büyük problem Wen klanının Yummeng klanını yok etmesi sonucu Jiang Cheng ile Wei WuXian'ın bağının zayıflaması, insanların sürekli bunu Jiang Cheng'in önüne ısıtıp ısıtıp koymasıydı.
Peki bunların kökü neydi? Bu ikisinin ortak bir yönü vardı o da mağarada Wei WuXian'ın Wen klanına karşı çıkmasından olmuştu. Her şey bir kahramanlıktan başlamıştı. Lan Wangji o gün sadece beklemek yerine onun yaptığı gibi MianMian'ı korusaydı ne olacağını düşündü. Büyük ihtimalle herkes daha iyi durumda olurdu. Bir anda kalkıp eski savaştan ele geçirilen silahların olduğu yere gitti. Direkt olarak Wang Lingjiao'nun kullandığı oradaydı. Lan Wangji onu tuttuğu gibi sevdiği adamın göğsünde olan yaranın aynısını kendi bedenine yaptı.
Bir şeylerin düzelmesini bekledi. Düzelmedi.
Onun gelmesini diledi. Gelmedi.
Onunla yok olmayı diledi çok defa. İzin vermediler.
O yoktu ve o olmayınca beyazlı da yok oluyordu.