-Tavernacı ve Lordu-

26 2 3
                                    

Tavernada bir koşuşturma vardı. Taverna sahibi adam oğlunu bir güzel paylamaya hazırlanmıştı. Oğlunun kulağından tutmuş, onu kararlı adımlarla tavernanın ortasından almıştı ve depoya sürüklemişti. Tam da o güzel kızı kapacaktı oğlan. Ama babası müsade etmemişti. Ellilerindeydi adam, çok sevdiği karısını boktan bir hastalığa feda etmiş, oğluna dişini tırnağına takıp kendi başına bakmıştı. Belki de bu yüzden otuzunda saçları ağırmaya, yüzü kırışmaya başlamıştı. Artık o dev yorulmuştu. Güçlü kuvvetli ve çapkın adamdan eser yoktu. Tek derdi karnını doyurmak ve oğluna bakabilmekken oğlunun işinden kaytarıp kadın müşterilere sarkıntılık etmesi asabını bozmuştu. Oğlunu depoya getirdikten sonra kulağını bırakmış, kaşlarını çatmıştı. Tok sesi, müşterileri ürkütmeye yeterdi de artardı.

"Brian! Seni kaçıncı kez uyarmam gerekiyor söylesene! Senden tek istediğim para kazanmama yardım etmen ama senin kıçın bir türlü yer görmüyor oğlum. Ne bu kadın sevdası anlamıyorum ki."

Delikanlının yüzünde arsız bir sırıtış belirmişti. Anlaşılan aklına bir şey gelmişti. Babasına karşı kullanabileceği bir koz...

"Senin de çapkınlıklarını biliyoruz Richard efendi! Zamanında kasabanda yatmadığın sadece nineler kalmış!"

Babanın kaşları daha da çatılmış, öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Koca ellerini oğlunun yakasına yapıştırıp ayaklarını yerden kesecek şekilde kaldırmıştı onu. Zayıf bir şeydi zaten oğlu, zorlanmamıştı bu yüzden.

"Bana bak arsız herif! Bir daha kaytardığını görürsem kendini kapının önünde bulursun, anladın mı?"

Brian korkudan titremişti resmen. Babasının gözlerinde yanıp tutuşan alevleri resmen teninde hissetmişti.

"A-Anlaşıldı efendim!"

Babası onu bırakıp derin bir nefes almıştı. Nasır tutmuş ellerinden birini oğlunun yanağına koyup nazikçe okşamıştı.

"Bak oğlum. Sen yakışıklı bir delikanlısın. Gençsin, enerjiksin. Kanın çabuk kaynar ve bu yaşlarında çapkınlıkların olması çok doğal. Ama bu durumun kontrolden çıkmasını istemiyorum. İşine engel olmasını da öyle, anladın mı beni? Gün gelecek sen de benim anneni  bulduğum gibi bir kadın bulacaksın, daha önce hiç bulmadığın gibi bir kadın...Onu seveceksin, onu kalbine gömecek ve ondan başka kadının düşüncesini aklından geçirmeyeceksin. Böylesine aşık olana kadar tadını çıkart evlat."

Adamın gözleri dolmuştu karısından bahsederken. Hızlıca toparlanıp gözlerini silmiş, oğlunun kıçına elindeki toz beziyle bir tane şaplatmıştı.

"Şimdi işine dön serseri! Lordumuzun en sevdiği şarapları depodan alıp yukarı getirmeyi de unutma. Haydi bakalım! Kadınları düşüneceğine elin iş görsün!"

Adam hafifçe gülüp depodan ayrılmış, oğlunu düşünceleriyle baş başa bırakmıştı. Brian kırmızı şarabı fıçıdan alıp şişelere doldururken yalnız kaldığında yaptığı gibi kendi kendine konuşmuştu.

"Ben senin gibi olmayacağım baba. Asla bir kadına senin gibi aşık olmayacağım. O ölünce ölmeyeceğim ve hayatta kalmak için sadece evladıma muhtaç olmayacağım."

Sesinde kararlılık vardı, gözlerinde de öyle. Tüm bu düşünceler aklını doldurmuştu ki babasının sesini duyduğunda şişelerin sadece yarısını doldurmuştu. Lord gelmişti. Babasının, adamı oyalamasını umut ederken işine odaklanmıştı. Hızlıca şişeleri doldurmuş, kasaya dizip yukarı çıkan merdivenlerle cebelleşmişti. Bu dik merdivenden her zaman nefret etmişti. Zayıf kolları bu yükü taşımakta zorlanıyordu. Merdivenin yarısındayken kapının açılmasıyla kafasını kaldırıp kim olduğuna bakmıştı. Bu kişi Lord Ashdown'dan başkası değildi. Uzun boylu, yapılı olan bu adam bir hışımla kasayı çocuğun elinden alıp gülümsemişti.

"Yukarı gel, genç adam. Müşteriler içkilerini bekliyor."

Çocuğun yüzünde hayranlık dolu bir ifade vardı. Kocaman gülümseyip seke seke yukarı çıkmıştı onun arkasından. 

"Lord Ashdown, hoş geldiniz!"

Heyecanla cümlesini bitirmişti. Lord ise gülümseyip çocuğun kafasını okşamıştı.

"Hoş buldum delikanlı. Lorduna bir kadeh şarap ver bakayım."

Bu esnada tezgahta bardakları parlatan Richard'ın yanına gelmişti adam. Çocuk ise lordunun lafını ikiletmeden bir kadeh şarap getirmişti ona. Babası ise kaş göz hareketleri ile ona uzaklaşmasını işaret edince utana sıkıla of çekip uzaklaşmıştı yanlarından. Hayranlık duyduğu bu adam ile daha çok konuşmak istiyordu Brian. Ama nedense babası buna bir türlü izin vermiyordu. Belki de kendince sebepleri vardı ama çocuğun pek de umrunda olduğu söylenemezdi, hevesi kırılmıştı. Uzaktan, adamın kaşındaki o yara iziine bakıyordu hayranlıkla. Keskin yüz hatlarına ve kömür gibi siyah gözlerine kesinlikle yakışıyordu. Onları izlemek yetmemişti anlaşılan. Bu yüzden onlara yakın oturan bir kadının yanına gidip hoş sohbete başlamıştı. Kadının boş muhabbetini dinliyor gibi yapsa da aslında kulağı babası ve lordundaydı.

"Ah, demek evleniyorsun Connor? Daha fazla çapkınlık yok diyorsun yani?"

Connor gülmüş, omuzlarına gelen siyah saçlarını geriye atıp sakallarını kaşımıştı.

"Evet, evleniyorum. Politik bir evlilik ama. Kaçamaklarım olmayacak diye bir şart yok ya."

İkili gülmüş, Richard ise hemen arkasından eklemişti.

"Belki de aşık olursun karına Connor, kim bilir."

"Hiç sanmıyorum Richard. Ben sadece fethetmeye aşığım. Güzel kadınlar ise ganimetim diyelim. Beni iyi hissettiriyorlar. Sadece fiziksel olarak."

Son yudumunu alıp kadehi ona uzatmıştı doldurması için. Şarabın şişeden kadehe dolmasını izlerken hafifçe tebessüm etmişti.

"Babamdan çalınan tahtı geri aldım. Onu feda etmiş olsam da savaşmama değdi. Onu gururlandıracak bir kral olacağım. Ailemize, ismimize yakışır bir kadın buldular bana Richard. Jeanne Woods ile evleneceğim. Güzel, uysal, saf ve ayrıca da doğurgan bir aileden geliyor. Tam bana göre. Biliyorsun, dik başlı kadınları sevmem. Hükmetmeyi severim."

"Biliyorum Connor, biliyorum. İki dominant kişilik anlaşamaz ne de olsa. Ama Connor, yine de dikkat et. Bu, o kadının takındığı bir maske olabilir."

"Bu bir şeyi değiştirmez Rİchard. Öyle ya da değil, her durumda ben kazanacağım."

Ve Connor, kadehindeki şarabı bitirip tavernadan ayrılmıştı. Kısa bir veda yetmişti ikisine de. Connor ayrıldığında Richard oğluna bakmıştı. Onun Connor'a duyduğu hayranlığın farkındaydı. Kendisi de Connor'ı severdi. Genel olarak iyi kalpli bir adamdı ve mertti. Arkadan bıçaklamazdı ve adalete önem verirdi. Ama ne var ki tam bir tirandı. Savaşmaya karşı büyük bir tutkusu vardı ve barbardı. Bir savaşa girdiğinde düşmanlarına toleransı sıfırdı. Kendini en üstte görür, yeri geldiğinde acımasız kararlar alırdı. Oğlunun, Connor'a bu yönden benzemesini istemiyordu.

Connor'a gelirsek, o düğün hazırlıklarıyla meşguldü. Tıraşını olmuş, giyeceği kıyafetler ayarlanmıştı. Her şey hazırdı ve taht salonu davetliler ile dolmaya başlamıştı bile. Saçlarını taramış, kıyafetini giyinmiş ve kokusunu sürünmüştü. Koridora çıkmış ve gelecekteki karısının hazırlandığı odaya doğru ilerlemişti. Kapının tıklatılmasıyla Jeanne dışarı çıkmıştı. İşte tam o an, Connor büyülenmişti. Kızın uzun, altın sarısı saçları beline uzanıyordu. Gözleri iriydi ve koyu kahverengiydi. Hoş bir tondu. Gelinliğinin içinde zarif bir kuğu gibi gözüküyordu. Connor tek bir şey söylemişti ciddi yüz ifadesi ile.

"Güzel görünüyorsun."

Jeanne onu selamlar gibi eğilmiş, utangaç bir tebessüm takınmıştı.

"Teşekkür ederim."

Connor koluna girmesi için ona doğru bir adım atmıştı. Jeanne de bunu fark edince kendinden beklendiği gibi onun koluna girmişti. Ve ikili, yavaş adımlarla taht odasına ilerlemişti.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 09, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Kings & Queens: Jeanne The InnocentHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin