**merikuyuu tespiti ile,
john mayer/ slow dancing in the burning room eşliğinde okunması tavsiye edilir._______
Aşk, her ne kadar ani oluyormuş gibi hissettirse de yılların birikimi bir hazırlık ister. Göz pınarlarına kadar gelen yaş, gün sonuna değin tutulamadığı gibi aşk da bu birikimle birlikte ilk fırsatta bedeninizden dışarıya süzülecek bir nokta arar. Ruhunuzda bir yarık, ince bir çatlak, ufak bir sıyrık bu duyunun en görkemli dışa vurumuna zemin hazırlar.
Aşk ve gözyaşları, bu basit denklemde bilinmeyenini barındırmaksızın birbirini tamamlar.
En başında insan, yokuşlarını ve düzlüklerini iyi tanımalı. Her adımda ayağına takılan taşları saymaktansa adımlarını saymalı, ulaşacağı çıkışın bir hayli uzağında olduğunu bilmek bile adımlarını yavaşlatmamalı. Büyümek böyle bir şey, ulaşamayacağını düşünerek yollara düşmek olgunlaştırır varoluşumuzu.
Beklentiye girmeden, tadını çıkararak sözü edilen denklemin çevresinde dolanmak belki de yapılacak en akıllıca hata; gözyaşlarını tutmak ve aşık olmamak verilecek en doğru karardır.
Çünkü sonunda kaybedişin, kabul edişin ve teslim oluşun hazzı için bile aşktan ve gözyaşlarından kaçılabilir. Bazen bazı duyuların tadına varmak için öncesinde uzunca bir süre görmezden gelmek gerekir, küçümsediklerimiz; yaralardan en çok ve en güzel içeri sızabilenlerdir. Bazen pes etmek, en güzel galibiyetiniz olabilir.
Çünkü, kim bilebilir bir gün yalnızca bir kirpiğin yanakta bıraktığı gölgeyi izlemek için uyanıp uyanmayacağımızı.
Evrenin herkes için ayrı planları, başka sokakların kaldırımlarında bekleyen bambaşka yabancıları var. Farklı bir çıkmazda denk gelen insanların belki de tek ortak yanı aynı gökyüzüne bakmalarıyken yan yana yürüyenlerin bir karmaşada başka caddelere sapması kader kavramını da eşitliğin her iki tarafına yazmaktan geri durmaz.
Aşk, gözyaşları ve kader; pek çok çatlak ve geceler süren ağrılar, güneşin doğmadığı sabahlar ve uyanış. Göreceli zaman, izafiyet, saatler süren sevişmeler, kalabalıkta işkence dolu bir yürüyüş, sıcak yaz akşamları ve serin baharlar kimine erken kimine hep çok geç uğrar.
Benim günüm; gecem, uyanışım ve gözyaşlarım taze bir aşkın renginde tenimden kopmadan yanımda uzanırken belki de düşündüklerimi anlamlandırmak biraz güçtür.
Çok düşündükçe hasta olunur, hasta oldukça da aşık. İpler birbirine dolandığında kesilir, demirin ekşi tadını herkes bilir. Palavra dolu düşler geceyi gündüz etmezken güneş; bunu her gün yapabilir. Bir yorganın ısıtmadığı insanı ancak kaderi ve gözyaşları kurtarabilir.
Dudaklarımı saran tadı ancak bunlarla ifade edebilirim, öpücüklerinin somut bir ifadesi olsa ya o; ya da biz derdim. İçinde o geçmeyen bir şeyin böylesine iştah açıcı olması mümkün olan şeyler listeme ancak hileyle girebilir.
Sabahın erken saatleri aşık olmak için doğru zaman mıdır bilinmez, ancak sabahın erken saatleri aşkı anlatmak için en doğru zamandır. İnsanın en güzel hâli bilinenin aksine uykudan uyandıktan sonradır. Birine gerçekten benliğinizi verdiğinizde emin olun onun en güzel hâli, evinizin her bir ucundadır.
Dudaklarım nabzını bulmayı öylesine seviyor ki boynuna her sürtüşünde nabzının da dudaklarımı sevdiğini anlıyorum. Taeyong gülüyor, bedenindeki ufak kıpırtıları izliyorum, gülüyorum, bedenlerimiz yine bir bütün olmak için çıldırıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
serenade | jaeyong
Fanfiction" o kendini görmemekte öyle usta ki, çevresine çiçek açtırırken kendi toprağını sulamak aklından geçmiyor." | oneshot