chapter 1

24 2 0
                                    

"hey hyunjin! yine mi öldün? uyan da basketbol oynayalım, hadisene!"

ne kadardır uyuduğumu anlayamadığım tahta okul sırasında saçlarımı çekiştiren niki'ye kafamı kaldırıp şöyle bir baktım. burada kaldığım sürece basketbol oynamam için beni zorlamaya devam edecekti belli ki,

ona öğle molasını bekle tarzında bir şeyler mırıldandıktan sonra sıramdan kalkmış, dağılmış saçlarımı iyice dağıtarak yürümeye başlamıştım, ara sıra arkamı dönerek beni takip etmediklerinden emin oluyordum,
niki'yi severdim ama bazen aşırı yapışkan olabiliyordu.

bunları düşünürken çoktan basketbol sahasını geçip yangın merdivenlerine gelmiştim, burayı genelde kimse kullanmazdı, benim içinse uyumak için daha iyi bir yer yoktu. saatlerce kestireceğimin düşüncesiyle keyiflenirken merdivenlerde oturan bedene bakakalmıştım. yüzündeki ifadesizlik beni ürkütürken aynı zamanda da şaşırtmıştı, onu daha önce hiç görmemiştim bile! ben orada dikilmeye devam ederken o çoktan doğrulmuş, yavaş yavaş yana doğru kaymıştı. ne yapmam gerektiğine emin olamamıştım o anda.

bilemezdim bu ürkek gözlere sahip oğlanın hayatımı baştan sona değiştireceğini.

orada kazık gibi dikilirken eliyle mermeri patlatlaması beni açan son şey olmuştu, boğazımı temizleyip ağır adımlarla her hareketimi izleyen bedenin yanına doğru adımlarken soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum.

çaktırmadan ona bakmaya çalıştığımda sımsıkı tuttuğu kırmızı gitarı ilgimi çekmişti. acemi bir tutuşu vardı, neden onunla burada böyle oturduğu hakkında kendimle tartışmalar yaparken sesini duymamla öylece kalmıştım.

"sen de kimsin?"

sorduğu soruyla kaşlarım çatılırken oldukça sakin tutmaya çalıştığım ses tonumla cevap verdim, ona bakıyordum bu sırada.

"adım hyunjin."

bakışlarını üzerimden çekip kapıya doğru ifadesizce bakmaya başladığında aramızda derin bir sessizlik olmuştu, bu beni iyice gererken daha fazla dayanamamıştım işte.

"hey, sen! burada hiçbir şey söylemeden öylece oturacak mısın, ürkütücüsün.. şu aptal kelimeleri kullanmayı denesene! ayrıca tellerin kopuk, neden düzeltmiyorsun onları? bir Gibson'ın var ve ona böyle mi davranıyorsun?"

uzun soluklu cümlelerim ardından dinlenmeye çalışırken dibimde biten bedenle refleksle geri çekildim, bu çocuk ne yapıp edip şaşırtıyordu beni.

"nasıl yani.. düzelir mi bunlar?"

kelime kelime söylediği cümlesiyle bana yaklaşırken beynimde şimşekler çakıyordu sanki, o üzerime geldikçe geri gidiyordum bense.

"tabii ki de düzelir seni aptal! ayıraca, çekilecek misi-"

"gerçekten..gerçekten düzelir mi bu?"

turuncu kafalının her bir hareketi ödümü daha da koparırken ne yapıp ne edip buradan kaçmam gerektiğini kendime tekrardan hatırlatmıştım, evet.. ona nasıl düzeleceğini anlattıktan hemen sonra tüymeliydim buradan.
ben beynimdeki düşüncelerle boğuşurken o biraz daha dibime girmişti, duvarla bir olacaktım neredeyse!

"nasıl.. düzeltebilir misin, şimdi yapabilir misin?"

"şu an olmaz, gerekli malzemelerimiz yok."

hayal kırıklığı ile önüne döndüğünde sinirlerim harbili tavan yapmıştı. ne hakla o yavru köpek bakışlarını atıp böyle işin içinden sıyrılabilirdi. ürkünç herifin tekiydi cidden.

"pekala, yarın öğle molasında burada ol turuncu."

yüzünde oluşan gülümsemeyi hayal meyal gördüğümde çoktan ayağa kalkmıştım, çalan zille beraber kapıya doğru ilerlerken bütün gün bu gitarlıyı turuncuyu düşüneceğimi bilmiyordum.

give(n) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin