"öldüm mü?"
oğlan gözlerini aralıyor ve yanındaki kız çocuğuna bakıyor. yavaşça yattığı yerde doğruluyor.
"hâlâ hayattasın." diye cevap veriyor ona kız.
oğlan yok olmadığından emin olmak kendine dokunuyor. gerçekten hâlâ hayatta. tam o sırada aniden rüzgar esiyor ve oğlan kollarını kendine sarıyor. üstündeki beyaz kıyafetler bu hava için fazla ince.
"burası neresi?"
"park. oyun oynamak için geldim." kız çocuğu bir süre bankta oturan adama bakıyor. "yabancı mısın? kitaplardaki meleklere benziyorsun."
oğlan ve kız çocuğu bir süre bakışıyor.
"ben zaten bir meleğim." diye cevap veriyor sonunda oğlan.
kız çocuğu aniden aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini büyütüyor. "arkadaşlarım beni bekliyor, gitmem gerek!" diyor ve atkısını çıkarıp meleğin boynuna bırakarak oradan koşarak uzaklaşıyor. banktaki oğlan kız gözden kaybolana kadar arkasından bakıyor ve bacaklarını kendine çekerek kollarını bacaklarına sarıyor.
bir saat sonra, hava daha da soğuyor. her an kar yağabilecekmiş gibi olan havada ince kıyafetlerle bankta oturan çocuk ise boş boş etrafı izliyor. bir süre sonra birinin geldiğini görüyor. bir elinde poşet olan adam tam çocuğun oturduğu bankın yanından geçerken onu fark ediyor. bankın önünde duruyor ve ayakları çıplak çocuğa bakıyor.
ve kendini banktaki çocuğun cennetten düşmüş gibi göründüğünü düşünmeden alamıyor. teni yağmak üzere olan kar gibi bembeyaz, uzun sayılabilecek saçları ise altın sarısı, dağınık ve oldukça yumuşak görünüyor. gözleri mavinin en güzel tonunda ve dudakları dolgun, açık pembe renginde. boğazını temizleyerek kendine gelmeye çalışıyor ve konuşmaya başlıyor.
"burada incecik kıyafetlerle ne yapıyorsun?"
"bilmiyorum."
"ayakkabılarına ne oldu?"
çocuk bir süre boş boş suratına bakıyor. "ayakkabı? o ne?"
"ayakkabının ne olduğunu bilmiyor musun?"
çocuk, karşısındaki adamın ayakkabılarına bakıyor. dokusunu merak ettiği için "dokunabilir miyim?" diye soruyor ve elini ayakkabılarına doğru uzatıyor ama adam eliyle bileğini nazikçe tutarak ona engel oluyor. bir şey demeden güzel çocuğun yanına oturuyor ve tam o sırada çocuk hapşuruyor. adam paltosunu çıkarıp çocuğun kucağına bırakıyor.
"giyebilirsin."
"teşekkür ederim.." diye mırıldanıyor çocuk ve paltoyu giyiyor.
"adım lee minho. seninki ne?"
"adım..." tam ismini söyleyecekken aklına artık bir melek olmadığı geliyor.
"hatırlamıyor musun?"
"hatırlıyorum, ama söyleyemem."
adam gülüyor. "hatırlaman yeterli."
adam, yanındaki sarı saçlı çocuğun soğuktan titrediğini fark ediyor. "ben de üşüdüm. kalacak bir yerin var mı?"
"yok."
"hava kararmaya başlıyor ve kar yağacak. benim evime gelmek ister misin? daha sonra konuşabiliriz."
çocuk başka şansı olmadığı için onaylıyor karşısındaki adamı ve beraber ses çıkarmadan yürümeye başlıyorlar. kısa bir süre sonra minho'nun evinin önüne geliyorlar. minho pantolonunun arka cebinden evinin anahtarını çıkarıp kapıyı açıyor. sıcak hava suratlarına vururken çocuğun önden geçmesine izin veriyor ve o da ardından girip kapıyı kilitliyor. anahtarı kapının yanındaki küçük anahtarlığa astıktan sonra da atkı ve beresini askılığa asıyor.
"duşa girmek ister misin?" diye soruyor çocuğa dönerek. güzel çocuk hala üzerindeki paltoya sarılmaya devam ederken başını anlamamış gibi yana eğiyor.
"duş?"
minho iç çekiyor ve çocuğun omuzlarından tutup onu üst kata çıkardıktan sonra banyonun ortasına bırakıyor. "duş. kendin alabilir misin?"
çocuk başını onaylamaz şekilde iki yana sallıyor. "daha önce hiç duş almadım. nasıl yapacağımı bilmiyorum."
minho iç çekerek küvete yaklaşıyor ve suyu ayarlayıp küveti dolmaya bırakıyor. çocuğun sırtındaki paltosunu alarak bir kenara bırakıyor.
su yeterince dolduğunda oğlanı küvete oturtuyor. oğlan küvete oturduğunda bacaklarını kendine çekiyor ve kollarını bacaklarına sarıyor. minho şampuanı alıyor ve küvetin arkasına çektiği tabureye oturuyor. önce altın sarısı saçları ıslatıyor ve ardından eline biraz şampuan alıp masaj yaparak saçlarını köpürtüyor. bu sırada gözü kambur bir şekilde oturan oğlanın sırtına kayıyor ve orada iki yara izi olduğunu fark ediyor.
tam kürek kemiklerinin olduğu yerde, iki tane büyük yara izi var. izlerin nasıl oluşabileceğini düşünürken bu çocuğun, kendisinin ilgisini çektiğini hikayesini gerçekten dinlemek istediğini fark ediyor.
çocuğun saçlarını duruladıktan sonra vücudunu duş jeliyle yıkıyor ve çocuğu havluya sararak onunla birlikte odasına giriyor ve ona kıyafet çıkarıyor.
"aç mısın?"
"o duyguyu bilmiyorum ama aç olduğumu da sanmıyorum."
minho başıyla onaylayarak yatağın üstündeki kıyafetleri işaret etti. "onları giy ve mutfağa gel."
odadan çıkıyor ve ona sıcak bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa giriyor. aç olmadığını söylediği için kendisine ve ona sıcak çikolata hazırlamaya karar veriyor. minho bardakları masaya koyarken içeri giren bedenle oraya dönüyor. gülümseyerek eliyle durduğu tarafın karşısındaki sandalyeyi işaret ediyor. çocuk onu dinliyor ve sandalyeye oturarak masadaki sıcak sıvıyla bakışıyor.
"ee, anlat bakalım isimsiz çocuk." diyerek çocuğun karşısına oturuyor minho da. "nerden geldin?"
"bana bir isim verebilir misin?" diyor çocuk onun sorusunu görmezden gelerek. "üstelik senden büyük olduğuma eminim, bana çocuk deme."
minho kıkırdıyor. "pekâlâ. sana bir isim vermem karşılığında sorularıma cevap vereceksen memnuniyetle yaparım bunu."
çocuk sadece başını sallayarak onu onayladı ve bir süreliğine oluşan sessizliğin ardından konuştu minho.
"dürüst olmak gerekirse bunu yapmayı hiç istemiyorum ama bir yandan da seni tanımak istiyorum." diyor ve iç çekiyor. "hyunjin."
çocuk gülümsüyor. "teşekkür ederim."
"sıra sende." diyor ve sıcak çikolatasından bir yudum alıyor.
"ben, bir insanın ruhuna dokunduğu için cennetten sürgün edilmiş bir meleğim."
*****
ney
ney babani gotten miarkdslar minhonun meslegine daha karar veremedigim icin bu bolumde belirtmedim ama minhonun dukkani ve evi ayni alan icerisinde yani giris yeri minhonun dukkani ust kati da yasadigi yer ayrica bir alt kati da var orda ne yaptigini meslegine karar verince soylicm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FORBIDDEN, hyunho
Fanfiction"ben, bir insanın ruhuna dokunduğu için cennetten sürgün edilmiş bir meleğim."