🌼

88 17 18
                                    

1956, Seoul

"Anne, bana bir masal anlatır mısın?"

Yırtılan hanbok'unu diken kadın, kızının eteğini çekiştirerek yalvarmasına gülümsedi. Küçüklüğünden beri, uyku düzenini yerine getirebilmek için kızını her gece birbirinden farklı masallarla uyutuyordu ve bugün için de uyku saati gelmişti. "Pekala.. Hadi yatağına geç."

Kadın dikişini bir kenara bırakıp, kızını takip etti. Her ne kadar belli etmese de, o da bu masal zamanını çok seviyordu.

Yatağın kenarına oturup bir süre düşündü. "Bugün sana ne anlatsak acaba?" diye mırıldandı. Sonra, başının üstünde bir ampül yanmış gibi gülümsedi. "Buldum! Bugün sana Kayıp Prenses'in hikayesini anlatacağım, olur mu?"

Kızı heyecanla kafa salladı. "Evet! Çok güzel görünüyor."

Kadın boğazını temizledi.

"Bir varmış, bir yokmuş.. Güney ve Kuzey'in ikiye ayrıldığı zamanlarda, 1945, Kuzey Kore kendilerini yönetmesi için bir Kral seçmek zorunda kalmış ve bu kişi, oldukça tanınan Seo ailesinin en büyük çocuğu olmuş. Kral Seo'nun iki kızı, bir de oğlu varmış. Karısı uzun süre öldüğü için ülkenin bir kraliçesi yokmuş. Bu yüzden halk, Kraliçe olarak Kral Seo'nun en büyük kızı Seo Soojin'i görüyormuş. Onun gelecekte tahta geçecek kişi olduğuna inanıyorlarmış.

Seo Soojin güzel bir kızmış. Üstelik nazik, düşünceli ve anlatılana göre oldukça hassasmış. Onu kırabilmek çok kolaymış. Bu yüzden Soojin'in halk içine çıkması uzun bir süre yasak kalmış. Çünkü her ne kadar halkın çoğunluğu Soojin'i sevse de, kadınların tahtta hak sahibi olamayacağını düşünen de birçok kişi varmış.

Kısacası, Soojin yalnız büyümüş. Yalnızlığı sayesinde, yanında büyüdüğü insanların ve koşulların aksine sanata çok ilgisi varmış. Gazetelerde Güney'in sanat çalışmalarını duyar, çok kıskanırmış. Bunu duyan babası, saraya bir sanatçı çağrılmasını istemiş.

Kral'ın emri üzerine saraya Tayvan'dan bir ressam getirilmiş. Duyulana göre işinde çok iyiymiş ve bu sayede farklı ülkelere defalarca gitmiş. O da Soojin kadar güzel, onun kadar nazikmiş."

Kızı, annesinin lafını böldü. "Peki onun ismi neymiş?"

Kadın gülümsedi. "İsmi, Yeh Shuhua'ymış."

Küçük kız heyecanla kıkırdadı. "Çok garip."

"Değil mi? Soojin de ilk duyduğunda böyle düşünmüş. Ama onunla bir kere karşılaştıktan sonra, isminin garipliği bile aklına gelmemiş, çünkü ressam o kadar güzelmiş ki, gözlerini onun o güzel yüzünden bir türlü alamamış.

Ama Yeh Shuhua da Soojin'den farklı değilmiş. Prenses'in çok güzel olduğunu daha önce de duymuş olmasına rağmen şaşıp kalmış, karşısındaki o güzellik ona binlerce ilham vermiş. Aklında yüzlerce tablo çizmiş, yüzlerce manzara dolaşmış. Bu yüzden, Soojin'i resmetmek için sabredememiş, bir gün bile beklememiş.

Soojin, onun modeli olmaktan hep çok memnun olmuş. Onun karşısına oturup gözlerinin içine bakarken içine hep bir heyecan doluyormuş. Shuhua ise onun her bir zerresini ezberlemek için resmen çabalıyormuş.

Bu, uzun süre böyle devam etmiş ve birbirlerine hissettikleri o duygular her geçen gün artmış. Ama ikisi de bu durumu adlandıramıyorlarmış. O kadar doğa üstü, o kadar inanılmaz geliyormuş ki bu hissettikleri, neredeyse hasta olduklarını düşünmüşler.

Bir gün yeniden resimle uğraşırlarken Soojin "Biliyor musun, sanırım ölüyorum." demiş. Kalbini işaret etmiş. "Burası. İşte buradan ölüyorum."

daisy, sooshuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin