***
Lia Marie Jonhnson- DNA
***
Yağmur damlaları... soğuk yağmur damlaları karanlıklara bürünen şehri ıslatırken o karanlıkta bir ışık süzmesi belirdi. Şiddetle yağan yağmurun etkisiyle ıslanmış yolu aydınlattı ara farları. Hızla hareket etti tekerler. Yerde uzanan sular bu ani baskıyla trambolinden zıplayan küçük, neşe dolu çocuklar gibi etrafa sıçradı. Araba güzel mimarili şatoların arasından geçip gittiğinde, gerilerden, kapalı camların ardından bir perde aralandı. İki çift güzel göz hızla uzaklaşan arabanın karanlıklara boyadığı yolu seyretti. Genç adamın dudakları buruk bir gülüşle kıvrıldı. Omzuna konan elleri, eşinin ellerini hissettiğinde usulca çevirdi başını. Kendinden yapılı ve uzun olan, kollarında her zaman huzuru bulduğu eşi onu sıcak kollarına çekti. Rahatlamayla karışık bir mırıltı döküldü dudaklarından ve fısıldadı.
"Çok üzgünüm... ben, elimden hiçbir şey gelmiyor."
"Bu gece bir kalp kırılacak ve birbirini tamamlayan iki kalp incelen iplerini daha fazla koruyamayacak. "
"Neden bir şey yapamıyoruz, neden bunun önüne geçemiyoruz. Biz bunun için buraya gelmedik mi?.."
Kısa olan öfkeyle söyledi. Gözlerinde başaramamanın verdiği öfke, hayal kırıklığı vardı. Uzun olan burukça gülümsedi, onu rahatlatmak adına okşadı eşinin dar omuzlarını.
"Benim tatlı küçüğüm... bazen hayatın ve insanların önüne geçemezsin. Bazen hayatın bile şaşkınlığa uğradığı şeyler olur. Biz yapamadık, zaman yapamadı, belki de sadece bırakmalıyız..."
"Belki de..."
🥀 🥀 🥀
Belki de diye düşündü... belki de onunla birlikteydi, belki gitti, belki bizim son gecemizdi...
Sorular, kuruntular, ihtimaller, gerçekler, yalanlar.. O gece Kyungsoo her şeyi düşünmüştü uzun uzun. Karanlığın altında, yağan yağmurun altında, birkaç saat önce heyecanla temizlediği, özenle hazırladığı ağaç evinin kapısında sırılsıklam olurken düşündü. Beyaz parmakları arasında ıslanan mektup kağıdıyla, sönmeye yüz tutmuş mumların, kurumuş papatyaların, soğumuş yiyeceklerin arasında. Yalnız, bir başına.
Aylardır olduğu gibi bu gece de yapayalnızdı. Oysa Jongin aylardır onunla birlikteydi, tura çıkmıyordu. Klip çekimleri için gece boyunca onu yalnız bırakmıyordu, dans pratiklerine gitmiyordu. Oradaydı, birlikte döşedikleri evde, evin en sevdiği köşesinde. O oradaydı, istediği gibi yanındaydı. Yanındaydı ancak konuşmuyordu, anlatmıyordu, sormuyordu, dinlemiyordu. Oysa eşi, kalbinin diğer yarısı eskiden gözyaşına, tek bir hüznüne dayanamaz, onu kolları arasına alırdı. Peki ya şu an? Aynı evde yaşayan iki yabancı gibiydiler. Birbirini anlamayan iki yabancı.
Kyungsoo, yirmili yaşlarının başında tanımıştı Jongin'i. O zamanlar üniversitesinde gezi kulübünün başkanlığını yapıyordu. Yaz gelmişti, güneş gökyüzünde en sıcak haliyle parıldıyordu. Uzun süren, zorlu bir dönemin ardından bir gezi düzenleme kararı almıştı kulübüyle. Gidilecek yer Geoje şehrinin ana adası, Geojedo adasıydı. Denizle çevrili olan, yemyeşil bir adaydı Geojedo adası. Kyungsoo, küçüklüğünden beri gezmeye, yeni yerler görmeye merak duymuştu ve üniversite ortamında eline geçen fırsatlar onun bir gezgin olabilmesi için büyük bir avantajdı. Kalbini çalan esmer oğlanın peşinden gitmese şu an her zaman düşlediği seyahat bloğunu açabilirdi ancak esmer olan karşılaşacağı bütün manzaralardan daha güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Red Love
FanfictionFESTA 4.0 FAST FEST #dontfightwithkaisoo Künye: Romantik, Dram, Mutlu Son Kelime sayısı: 3031 (1 Bölüm)