Günler ayları, aylar yılları kovaladı, aradan yedi kış geçti.
Çocuğun bulunduğu mekan hiç değişmedi. Gelenler oluyor, gidenler oluyor, kaybolanlar oluyor ve bazen de hiçbir şey olmuyordu.
Sabit kalan şeylerden birisiyse bizim çocuğumuzun tavırlarıydı.
Soğuk, sapsarı gözlerine bakan bomboş bir dünyaya dalıyor, içinden geçenler belli olmuyordu. Adeta bir karadelikti, sapsarı bir karadelik.
Küçük, üçgen yüzü zayıflıktan kemikleri belli olacak şekilde duruyor, kıpkırmızı kalın dudakları yüzünün en dikkat çeken öğelerinden birisi olarak ona eşlik ediyordu.
Saçları uzamış, inatla onları kesmeyi reddetmişti, Çalışanlar o uyurken saçlarını kesiyor, ondan sonraki zamanlar çocuğu korkunç bakışlarına maruz kalıyorlardı. Şimdi kapkara saçları omuzlarına dökülüyor, onları daha çok açık bırakmayı tercih ediyordu.
Pek arkadaşı olduğu söylenemezdi. Bazen boş duvarlara saatlerce bakar, bazen yeni öğrendiği okumasıyla kitapları çözmeye çalışırdı. Pek kavgacı bir tip değildi, ancak diğer çocuklar öyleydi. Her ne kadar çalışanlar böyle bir duruma direkt müdahale etse de bunlar çocuktu, her zaman kavganın bir yolu bulunurdu. Ara sıra zorbalığa maruz kalır, sesini çıkarmazdı.
Tuhaf bir çocuktu bu, herkes ona merakla bakardı, sesini ona okumayı öğreten müdüreden başkası duymamıştı. Olay da bu ya, normal öğretmenler onu konuşturamamış, müdürenin ona olan tuhaf ilgisi onu çözmüştü.
Çocuk müdüreye karşı sevgi duyardı, yedi yılda sayısız kere yanına gitmiş, üçünde de onunla yapabildiği kadar konuşmuştu, konuşmayı beceremezdi o, ona iyi yaklaşan çocuklara bile kötü gözleriyle bakar, onları kendinden uzaklaştırırdı.
Bulundukları binanın kendilerine özel sınıfları, bu sınıflarda ders anlatan bol bol öğretmeni vardı. Sıradan bir yetimhane değildi burası, çevre bölgelerden gelen giden çok olur, bol bol evlat sahiplenilirdi. Ancak evlatların akıbeti ondan sonra ne olmuş kimse bilmezdi. Bazıları özel okullar tarafından ücretsiz olarak bünyelerine katılır, orada hayatlarına devam ederdi.
Çocuğun boyu kısaydı, çelimsiz vücuduna gariplik değil aksine bir uyum katıyordu. Dedik ya, kaburgaları sayılabilecek düzeydeydi, en küçük kıyafetler bile ona bol gelir, hep de yamalı olurlardı.
Dışarıda karların yağdığı , etrafı beyaz bir gelinlik gibi kapladığı günlerin birisinde çocuğumuz yine elinde bir kitapla, betonlarla ve kitaplıklarla çevrili bir odanın içerisinde dalgın bir şekilde kitabı okumaktaydı.
GÖKLERİN HAKİMİ
" Ve ben Reyes, bu göklerin, altındaki tüm canlıların, suyun içindeki tüm varlıkların, gözün görüp göremeyeceği bütün yaratılmışların sahibi olarak, seni ölüme mahkum ediyorum, ölümün kılıcın kadı acılarla dolu olsun, ölümünden sonra ateş peşini bırakmasın, kutsal karanlık seni zalim duygularla boğsun. Bana isyan eden her başın sonu senin gibi olsun. İnfazcılar, ipten sallandırın."
Kutsal Kral Henker tahtından kalktıktan sonra konuştu, buyruğunu verdi, etrafta toplanmış karanlık platform üzerinde ipe bağlı duran adama baktı. İmparatorun parlak zırhı içindeki heybetli bedeni etrafına yoğun bir aura yayıyor ona bakanları kutsallığıyla eziyordu.
İplere bağlı adamsa tam tersiydi, kısa boyluydu, çelimsiz gibi görünüyordu, simsiyah saçı ve sakalı birbirine karışmıştı, elleri arkasındaydı, gözleri yorgun ve bomboştu. Kimsenin beklemediği bir anda hızlıca ağzını açtı;
