Hafif bir sisin içinde, alacalı bir ormanda ritimsiz bir şekilde adım atıyordum. Gözlerimde sarhoşluk belirtisi veren tepkiler vardı.
Hem ölmek istiyordum, hem yaşamak. Hem ağlamak istiyordum, hem de gülmek. Bir yakamoz güzeliyle karşılaşıp hem aşık olmak istiyordum, hem de aşık olmak.
Bu ormanda boş boş dolaşan bir gencin hikayesi işte.
Ses çıkmaması için ayaklarımla yerdeki dallara basmamaya çalışıyordum ama kafamdaki çığlıklar buna engel oluyordu.
Neyim ben? Daha doğrusu kimim? Karanlık bir ormanın ortasında dolaşan bir genç mi? Yoksa sadece bir gölge miyim? Bilmiyorum!
"Hahaha!" Kafamı gökyüzüne kaldırdım ve yıldızları görmeye çalıştım, gözümden akan bir yaş beni şaşırttı ve hızlıca gözyaşımı sildim. Tek bir isteğim vardı, mutlu olmak...
"Bu lanet olası düny- Ah boş ver kiminle konuşuyorum ki ben? Sanırım harbiden kafayı sıyırmışım."
Yere oturdum ve sırtımı kalın bir ağacın gövdesine yasladım, ardından kendimce bir ritim tutturup mırıldanmaya başladım.
Bir anda sessizleştim ve dakikalarca o şekilde bekledim, ardından hafifçe kılıcımı çekmeye başladım. Kılıcındaki yansımadan gözlerine bakıyordu, gece gibi gözlere...
"Söylesene, beni neden takip ediyorsun?"
Ağacın arkasından saçları sarıdan beyaza dönen ve kirli sakallı bir adam çıktı, karışık saçlarının üstünde bir kuş yuvası vardı.
"Tanrı seni izlememi emretti evlat. Daha ne kadar bu kanlı şeye devam edeceksin?"
Zorla ayağa kalktım ve adamı süzmeye başladım. "Siktiğimin putu ve senin tanrın gerçekten umrumda değil Rogar." hafifçe dengesini kaybetti ve ince bir ağaç dalına tutundu.
"Şuna bak, gerçekten acınasısın!" dedi heybetli sesiyle, arkasını döndü ve hızla uzaklaşmaya başladı.
Gidene kadar onu izledim ve yandaki ağaçtan kırmızı bir elma kopartıp yoluma devam ettim.
Gözlerim her adımda biraz daha kararıyor ve bulanıklaşıyordu. Bir ısırık aldım ve elmayı yere atıp yoluma devam ettim.
Adımlarım ve kalbim hızlanmaya başlamıştı, ağzımdan çıkan soğuk duman yüzüme çarpıyordu. Bir küfür savurup hızlanmaya başladım, ayyaşın tekiydim resmen, acınası ve aciz.
Annem çok yanlız kalmıştı, ben ise eve geç kalmıştım. İçmemi sevmezdi. Hızlı yürüyüşüm koşmaya dönüştü ve dakikalar içinde eve vardım. Nefes nefese kalmış bir şekilde kapının önüne geldim ve kapıyı çaldım.
"Hassiktir." kapı açıktı. Sağ elimle yavaşça kapıyı ittirdim, içeride taze kan kokusu vardı, ışık ise yanmıyordu. Yavaş bir şekilde adımlarımı atmaya başladım, ama yerdeki parkeler sanki çok korkmuş bir kız gibi çığlık atıyordu, bir kaç adım daha attıktan sonra ayağıma bir ıslaklık gelmişti. Umursamadım ve gaz lambasını yaktım.
Ama salondaki görüntüyü görünce midem kalktı ve yere düştüm. Her yer kan içindeydi ve etrafta et parçaları vardı. Bir süre baktıktan sonra kapının arkasında bir şey fark ettim. Zorla ayağa kalktım ve kapıyı kapatıp yerdeki şeye baktım.
Annemin kafası yerdeydi. Cesedi ise param parça edilmiş bir şekilde salona dağıtılmıştı. Sol elimi yüzüne doğru uzattım ve kendime doğru çevirdim. Buz mavisi gözleri artık solmuştu. Karnım ağrımaya başladı ve yana dönüp bir süre boyunca kustum.
Göz yaşlarım ardı ardına dökülmeye başladı, her zamanki gibi sadece sol gözümden yaş akıyordu. Ne kadar feryat etmek istesemde, bu evi paramparça etmek istesemde, bunu yapanı bulmak istesemde sadece yere eğilmiş bir şekilde ağlamayı yerliyordum.