VSG - 1. Bölüm

124 10 3
                                    

Bir yere girerken sağ ayakla girilmesi tembih edilmişti bu genç bayana. Aslında böyle şeyleri pek umursamamasına rağmen sağ ayakla yeni keşfettiği dükkana girmesi alışkanlıktandı. Burası şıkır şıkır, rengarenk bir aksesuar dükkanıydı. Pera'yı avucunun içi gibi bilmesine rağmen bu dükkanı daha önce görmediğine şaşırdı. Dükkanın dökülmüş boyaları buranın yeni açılmadığını ispatıydı. Bir yandan takılara bakıyor bir yanan da kameraların görüş açısına girmediği bir yer bulmaya çalışıyordu. Bu lanet olası hastalığı tek başına kaç defa yenmeye çalışmıştı bilmiyordu. Yirmiden sonra bırakmıştı saymayı. Psikolağa gitmesi gerektiğini biliyordu ama insan en yakınına bile anlatamadıklarını hiç tanımadığı birine nasıl anlatabilir ki? Daha önemlisi nasıl diyecekti? "Benim bir sorunum var, ben çözemedim, siz bir el atıverin. Okuyup üfleyin belki geçer!" mi diyecek ne derse desin yaptıklarını anlattığında sonunun bir hapishane ağasının kendisini şişe takıp yiyeceğinden o kadar emindi ki bu yolu denemeyi ikinci defa düşünmedi bile. Artık böyle kabul etmişti kendini tüm ahlaksızca davranışlarıyla. Ona göre böyle kabullenmeliydi hayatına girecek kişi ve belki bu yüzden olmamıştı hiç sevgilisi.

"Yardımcı olabilir miyim bayan?" diyen erkek sesiyle arkasına döndü. Gözleri şişmiş, yanakları çökmüştü. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları sanki özgürlüğünü ilan ediyordu. Bu kadar kötü durumda olmasına rağmen hala bir parça çekiciliği vardı bu hayatın dik yokuşundan yorulan adamın. Kim bilir neler yaşamıştı bu hale gelene kadar...

Sustu, hep susardı zaten... Cevap alamayınca gidecekti, biliyordu. Başından kibarca savmak için başka bir şey gelmedi aklına. Yaptığının kötü olduğunu kendisi de biliyordu ama durduramıyordu kendini. Bu gülme krizi gibi bir şeydi onun için. Durması gerektiğini yoksa çatlayarak öleceğini bildiği halde durduramamak.

Onun kendini duymadığını düşünerek "Afedersiniz ama fark etmediyseniz diye söylüyorum ben burada insanlara yardımcı olmak için bulunuyorum ve bugün yeterince kötü bir gün geçiriyorum. Lütfen bugüne bir de siz tuz biber olmayın." dedi ses tonunu yükselterek. Bu ani tepki karşısında afalladı ama konuşamazdı çünkü bir sesin bile insanlar için gereğinden fazla anlam ifade ettiğini çoğu insana göre erken farketmişti. Hayatın kendine özgü işaretleri vardı ve bu işaretler öyle işaretler ki gerçekleşmesi milyarda bir olasılık dahilinde özel bir anlam taşıyordu ona göre. Bir ses, bir görüntü ya da bir anı... Herhangi bir şey...

Cevap vermeden oradan uzaklaştı. Burası olmasa bir başka dükkan olurdu, dükkan olmasa sokakta gezen serseriler olurdu ki sokak serserilerini soyması onu yirmi birinci yüzyılın Robin Hood'u gibi hissetmesini sağlıyordu. Bu hissi seviyordu. Yaptıklarını bir parça da olsun iyilik kategorisinde görmesine sebep olabiliyordu o zamanlarda.

Issız ve çıkmaz bir sokağa doğru yürüdü. İşte yine başlıyordu kahramancılık oyununa. Yine av rolü yapan avcı olmuştu. Zavallı, mağrur, yolunu kaybetmiş başına geleceklerden habersiz bir genç kızdı şimdi. Filmlerden fırlama bir sahneyle karşı karşıya olduğuna göre birazdan oyunu başlatabilirdi. Fazla zamanı olmadığı gibi tüm serserilere meydan okuyacak gücü de yoktu. Kimseyi kandırmanın gereği yok.

Sarışın, sert bakışlı, uzun sayılabilecek biriydi. Buralara aykırı bir tipi vardı. Kulağına eğildi.

"Sizi buralara hangi rüzgâr attı Miray Hanım?" dedi fısıldayarak.

Biriyle hiç bu kadar yakın mesafede olmadığında rahatsız olmuştu bu adamın nefesini yüzünde hissetmekten. Hızla iteklemesine rağmen adamın kılı bile kıpırdamadı. Bir daha denedi, ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Bu adamı kendinden her uzaklaştırmaya çalıştığında inadına mı bilinmez üzerine daha çok eğiliyordu. Herkesin bir zayıf noktası vardı bu kesindi ama tanımadığın birinin zaaflarını nereden bilebilir ki insan? Karşı çıkmayı bırakıp huyuna gitmeyi denedi bu sefer. Ellerini adamın omuzlarına koydu. Nasıl bir pozisyonda olduğunu fark edince kendinden iğrendi ve ellerini geri çekti adamın omuzlarından. Üzerinde mutlaka bıçak tarzı bir şeyler olmalıydı. Adamın arka cebine uzandığında adam huysuzlukla geri çekilip

"Bunu mu arıyorsun yoksa? Ne yazık senin bu numaralarına oldukça aşikar birini bulman" dedi sonra ekledi "Eğer bana sesini duyma fırsatını verirsen tüm bu olaylar aramızda kalır."

Ava giderken avlanmak diye buna denirdi. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Hakkınızda neredeyse her şeyi bilen birine söylenecek ne olabilirdi ki?

"Bu CD'nin polise ulaşması çok kötü olacak 'Melih Erden'in Kızı, Babasının Tahtını Salladı' 'Miray Erden Gençliğini Çürüttü' 'Ünlü İş Adamının Hastalıklı Kızı' 'Ahlaksızlığın Daniskası' daha milyonlarca başlıkla senden bahsedecek tüm gazete ve televizyonlar." dedi elindeki CD'yi sallayarak. Tam arkasını dönmüş gitmeye hazırlanıyorken arkadan korktuğu her halinden belli olan bir sesle geri döndü.

"Dur! Sesimi duyduğuna göre CD'yi artık alabilir miyim?"dedi.

Kahkaha attı. Çaresiz durumdayken bu kadar salakça düşüneceğini tahmin etmemişti Miray'ın. Ne yani elindeki, tek CD'nin bu olduğunu mu düşünmüştü?

"Tabii. Bende nasıl olsa bir kopya daha var, sorun olmaz" dedi ve elindeki CD'yi Miray'a uzattı.

"Beni nereden tanıyorsun? Adımı, babamı, kleptoman olduğumu..." daha sözünü bitirmemişti ki

"Hırsızlık ne zamandan beri bilimsel kalıplara sokuluyor? Ayrıca çok fazla soru soruyorsun. Bunu gizemli olmak adına söylemiyorum ama her şeyi zamanı gelince öğreneceksin. Her neyse buradan tek başına çıkman imkansız, gitmeme yardım edeyim"

Yardım etmek ve bu adam. Serseri tipli birinin size yardım etmesi Rusya ve Amerika'nın müttefik olması ihtimalinden daha uzaktı. Yine de haklıydı buradan tek başına kurtulamadı. Şu an risk almaktan başka çaresi de yok gibiydi.

Sokağın başına gelene kadar bu aykırı adamı inceleme fırsatı buldu. Hatta o kadar dalmıştı ki bu sarı gür saçlı, mavi gözlü adamı incelemeye önündeki taşı bile görmemişti. Ayağı taşa takılıp düştü. Bu sokağa ilk defa geldiğine lanet etti. Kahraman olma fırsatını başkasına kaptırmış olması yetmiyor gibi sakarlıkta Oscar adayı olmaya hak gösterilmiş olabilirdi bu adamın gözünde.

"İyi misin?" derken elinden tutup kaldırdı ama ayağındaki on beş santim topukluyla zor bela dengede duruyordu. Tam dengesini sağlamıştı ki tekrar yere düştü. Ne ara bu kadar sakar olmuştu.

"Allah belasını versin bu topukluların" diye tısladı.

Tam kalkarken topuğu kırıldı.

"Bu kadar çabuk olmuş olamaz" demesiyle genç adamı ikinci defa gülümsetmeyi başaran tek kız olduğundan haberi bile yoktu Miray'ın.

"Gülme ya" dedikçe daha çok gülüyordu."Ben nasıl yürüyeceğim şimdi?" demesiyle kendini adamın uzaydan görülen kasları arasında buldu.

"Bıraksana beni!" derken bir yandan yumrukluyor bir yandan da debeleniyordu.

"Bu şekilde yürüyemezsin."

"Yürürüm ben bebek değilim."

Birine yardım etmenin karşılığında nankörlük mü verilir hep diye iç geçirdi genç adam. Yine de bir şey söylemedi.

"Nasıl isterseniz matmazel" dedi. Ne olursa olsun kibarlığı elden bırakmıyordu. Bu adam kesinlikle buralara yakışmıyordu.

"Bana matmazel deme" dedi hırçınlığını git gide arttırarak.

"Bağışlayın prenses hazretleri." dedi önünde abartılı bir selamla eğilerek

"Her şeyin bir zamanı olduğunu söylemiştin. Adını söylemenin zamanı şimdi mi?"

"Demir, Demir İlter." dedi duygusuz, kaba ve sert bir sesle. Huysuzluk yapma sırası Demir'de miydi şimdi? Gerçi bu işin sırası var mıydı ki?

Sokağın sonundaydılar. Hiç bu kadar iyi hissetmemişti ikisi de. Belki de daha önce hiç esir düşmemişlerdi birine. Gökyüzüne baktılar birlikte çünkü ne demişti şair;

En zorlu anındayken bile kavganın,

Gökyüzüne bakmayı unutma...


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 25, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Vişne Suyu GüzeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin