- Klaus Mikaelson
Uyarı: Yok
Çeviri bölümüdür!
-------------Haftalardır farklıydı - Klaus ve senin aranda paylaşılan aşk. Sessiz, durgun, sessizleşmişti. Artık yatakta sana doğru uzanmıyordu; karanlıkta ona bakarken, aranızdaki boşluk geçilmez bir boşluk gibi geliyor. Şefkatli dokunuşlar, gizli gülümsemeler yoktu. Sanki bir gecede melez sana olan sevgisini kaybetmişti.
Bunun Klaus'un içinden çıkabileceği bir şey olması için umutsuzca dua ediyordun. Onunla birlikte olduğun elli yılda onun da anları olmuştu - öfkesi, melankolisi. Her şey için oradaydın, ona yardım ettin.
Yine de, bundan bir çıkış yolu göremedin.
Bu durumun üçüncü haftasından sonra, durumun gördüğünüzden çok daha önemli olduğunu fark ederek sınırına ulaşırsın.
Klaus'u bileşik kütüphanede bulursun; elindeki kitabı okuyordu. Duyma yeteneği tipik bir vampirinkinden çok daha üstün olmasına rağmen varlığınızı kabul etmiyor bile.
"Konuşabilir miyiz?" diye soruyorsun; kelimeler ağzınında kül gibi.
Klaus, "Şimdi değil," diyerek konuyu umursayarak kitabının sayfasını çevirdi.
"Evet, şimdi," diye talep ediyorsun, odada biraz daha ilerleyerek, bir zamanlar seni sevdiğini sandığın adamın her bir işten çıkışıyla yüreğin darbe üzerine darbe alırken sesinde hayal kırıklığı beliriyor.
Klaus sessiz kalıyor; Odadaki tek gürültü, ara sıra bir sayfanın çevrilmesi ve sizin hızlı nefesleriniz. Sanki sen onun için bir hiçmişsin gibi, yarım asrın büyük bir bölümünü sahip olduğun her şeyle onu severek geçirmemişsin gibi duruşunda kibir var.
İçindeki öfke kabarıyor; damarlarınızı tutuşturuyor, Klaus'un son haftalardaki kayıtsızlığıyla yavaş yavaş körüklenen ateşi körüklüyor.
“Seni terk ediyorum,” diye ilan edersin birden; tam karar verirken dudaklarından dökülen sözler.
Bu onun dikkatini çekiyor. Melez başını kitabından kaldırıp sana boş bir bakış attıktan sonra kıkırdayarak, "Beni terk etmiyorsun." Diyor.
"Bence öyle olduğumu anlayacaksın, Klaus. New Orleans'la işim bitti, cadılara karşı savaşım bitti, seninle işim bitti."
"Ciddi olamazsın," diye tükürdü koltuğundan kalkarken, ses tonuna hayal kırıklığı karışmıştı.
"Aslında öyleyim," diyorsun, kelimeler ağzından döküldüğü için göğsün çok daha hafiflemiş. "Artık seninle olmak istemiyorum, işimiz bitti."
Konuyla ilgili son sözleriniz bunlar olduktan sonra, Melezden uzaklaşır, ortak odanıza dönerken onun kendi sefaletinde pişmesine izin verir, ihtiyacınız olan her şeyi alıp bir çantaya atarsınız.
"Nereye gideceksin?" diye soruyor Klaus, yarı dolu çantayı ve yüzündeki sakin ifadeyle odaya girerken.
“Henüz emin değilim, bir sürü mülküm ve bir sürü arkadaşım var.”
"Bensiz ne yapacaksın?"
"Mutlu olacağım, Klaus!" Ağlarsın, yumruklarını sıkarsın, onları göğsüne bastırırsın. "Seni elli yıldır seviyorum ama son zamanlarda bana davrandığın gibi davranmana neden olacak ne oldu anlatamam. Cadılar, anne baban, kardeşlerin... Çok şey oluyor ama bana yük gibi davranamazsın. Ben bundan daha iyiyim. Her zaman bundan daha iyi olacağım.”
Klaus sanki senin sözlerinle tokat yemiş gibi sendeledi; Gözyaşlarına karşı gözlerini kırpmak için elinden gelenin en iyisini yapsa da, herhangi bir zayıflık göstermeyi reddederek gözleri donuklaşıyor. "Güzel," diye tısladı, umursamaz bir tavırla omuzlarını silkerek, "Git. Bakalım umurumda mı?”
"İşte mesele bu, Klaus," diye karşılık verirsin, "Umurunda değil ve bence hiç umursamadın."
Şimdi toplanmış olan çantanı omzuna atıp, bir zamanlar birlikte yüzyıllar geçireceğini düşündüğün adamın yanında durursun. Nazikçe elini omzuna koyduğunda irkiliyor. "Sana en iyisini diliyorum," diye fısıldıyorsun, hayatından sonsuza dek çıkmadan önce yanağını kısaca öpüyorsun.