"Ondan uzak dur."
Mingyu, kafasına yediği şaplakla dudaklarını büzdü ve sesin sahibini aradı. Minghao, sanki ona vuran kendisi değilmiş gibi kitabını okumaya kaldığı yerden devam ediyordu. Gözlerini devirerek kollarını önünde birleştirdi Mingyu.
"Kimden uzak duracakmışım?"
"Jeon Wonwoo'dan. Ciddiyim."
Mingyu, Minghao'nun dediklerine anlam vermeye çalıştı. Zaten uzak olduğu birisinden nasıl uzak durabilirdi ki? Jeon Wonwoo'yla Hogwarts'ta bulunduğu altı yıldır tek bir kelime bile etmemişti. Edebileceğini de sanmıyordu. Sonuçta Jeon Wonwoo bir Slytherin'di ve herkes Slytherin'lerin melezler hakkındaki düşüncelerini biliyordu; özellikle de anne ve babası, zamanında Ölüm Yiyen olan Slytherin'lerin. Voldemort yenilmiş ve sonsuza dek yok olmuş olabilirdi ama büyücülerin fikirleri ve idealleri kolay kolay değişmiyordu.
Minghao, melezlerden nefret eden Slytherin'lerin bir istisnasıydı ancak bunun nedeni büyük ihtimalle ebeveynlerinin Gryffindor olmasından kaynaklanıyordu. İki Gryffindor'un çocuklarının Slytherin'e girmesi şaşkınlık vericiydi; Sirius Black'in bir Gryffindor olması kadar ve muhtemelen Slytherin'deki diğer herkes Minghao'dan, Mingyu'dan ettikleri kadar nefret ediyordu.
Mingyu, Jeon Wonwoo'yu izlediğinin farkında değildi. Zaten izlemiyordu da. Sadece... gözü falan kaymış olmalıydı. Sonuçta direk çaprazlarındaki masada oturmuş, her zamanki gibi kitabına gömülmüş ve olağanüstü bir güzellikte görünüyordu. Zarif parmaklarıyla arada bir kayan gözlüğünü kusursuz burnundan yukarıya itiyor, dilini dolgun dudaklarında gezdiriyor ve sonra da parmaklarıyla dudaklarının etrafını çiziyordu. Tüm bunları yaparken de bir Veela'dan farksız görünüyordu.
Mingyu, hızla başını sağa sola sallayarak zihnini taciz eden düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Birden bire neden böyle şeyler düşünmeye başladığına anlam veremiyordu, Jeon Wonwoo ona bir aşk iksiri falan içirmiş olmalıydı; yapmayacağı bir şey değildi sonuçta.
"Jeon Wonwoo'yla hiçbir alakam olamaz benim."
Minghao, birkaç saniye önündeki kitabı okumaya devam etmiş, sonra da sıkılmış bir tavırla kalın kapağı kapatmıştı. İnanmayan gözlerini Mingyu'ya dikmiş ve yüzünü buruşturmuştu. Mingyu, arkadaşının bu bakışlarına alışmamış olsa kütüphanenin ortasında ağlamaya başlardı muhtemelen.
"Mingyu, en son kütüphaneye geldiğinde birinci sınıftaydın ve sadece burayı görmüş olmak için geldin. Sadece Wonwoo geldiğinde geliyorsun, onun çevresine oturuyorsun, onu izliyorsun, ders de çalışmıyorsun."
"Ravenclaw'ım ben, ders çalışmama gerek yok. Kitapların çevresinde olmakla bile bilgiler beynime giriyor."
Minghao, Mingyu'nun ağzından çıkanlara inanamıyormuş gibi baktı çocuğa. Daha sonra da sertçe kitabını kapattı ve ayağa kalktı. Madam Pince'in sinirli bakışlarına aldırmadan çıkışa yöneldi. Mingyu, gözlerini devirerek bakışlarını tekrar etrafında dolaştırdı ancak aradığı yüz artık yerinde değildi.
----------
Jeon Wonwoo, Hogwarts'ın en başarılı öğrencisiydi ve bu sadece ders konusunda da değildi. Mingyu, daha önce Wonwoo'nun bir şeyi elde etmek isteyip de başarısız olduğunu bir kez olsun görmemişti.
Wonwoo, Mingyu okula başladığında ikinci sınıftaydı ve profesörler çoktan çocuğu parmakla gösteriyor, herkese onun gibi bir öğrenci olmalarını öğütlüyorlardı, çocuk bir Slytherin olmasına ve anne babası gelmiş geçmiş en zalim katillerden olmasına rağmen. Mingyu, Wonwoo'nun nasıl bu kadar takdir edildiğine anlam veremiyordu. Üstelik öğretmenlere yalakalık bile yapmadan başarıyordu bunu. Mingyu, Slytherin'i hiç hocalarıyla konuşurken görmemişti şimdiye kadar. Jeon Wonwoo, ders başlamadan sınıfında olur, arka sıralardan -evet, arka sıra!- birine oturur ve profesör çıkma izni verir vermez sınıftan ilk ayrılan olurdu.
Mingyu, Wonwoo'nun okuldaki ikinci yılı boyunca bir kez olsun Quidditch'le ilgilendiğini görmemişti. Çocuk tek bir maça bile gelmemiş, vakitlerini tahminen ya kütüphanede ya da mahzendeki odasında geçirmişti. Ne zamanki Mingyu ikinci sınıfa gelip de takıma girmek için şansını deneme hakkı kazanmıştı ki, Jeon Wonwoo da takım seçmelerine katılmıştı.
Wonwoo, her şeyde olduğu gibi Quidditch'te de iyiydi. Hayır, iyi onu tanımlamak için yeterli bir kelime değildi; Wonwoo Quidditch'te harikaydı. Mingyu, takıma vurucu olarak girdikten kısa bir sonra Wonwoo'nun da kovalayıcı olduğunu öğrenmişti. Mingyu, Wonwoo'yu kıskanmıyordu; Quidditch'te kendisi de iyiydi. Sadece... Mingyu oldukça sakardı. Wonwoo ise yaptığı diğer her şey gibi Quidditch'i de büyük bir profesyonellik ve serinkanlılıkla oynuyordu. Mingyu, Slytherin'lerle karşı karşıya geldikleri maçlarda Bludger'ı cılız çocuğun üstüne atmaktan kendini alıkoyamıyordu.
Okuldaki her profesörün favorisi olması ve en iyi Quidditch oyuncusu olması yetmiyormuş gibi şimdi de sınıf başkanı seçilmişti ve Mingyu, Slytherin'in hayatı kendisine zehir etmek üzere nefes aldığına yemin edebilirdi. Wonwoo, gözlerini Mingyu'dan ayırmıyor, en küçük hatasında Ravenclaw'ın sınıf başkanına şikayet ediyordu. Mingyu, Wonwoo başkanla arkadaş olmamasına rağmen Jihoon'un, Slytherin'in tek bir lafıyla neden Mingyu'dan ve kendi hanelerinden puan kırdığını çözebilmek için çok çaba harcamış ancak hala bir sonuca varamamıştı. Belki de Jeon Wonwoo herkes üzerinde büyü kullanıyordu ancak Mingyu, onun bile McGonagall'ı etkileyecek bir büyü bilecek kadar yetenekli olmadığına emindi.
Birde asasız büyü yapabilmesi vardı. Mingyu, profesörlerin böyle bir şeye nasıl izin verebildiklerine anlam veremiyordu, sonuçta oldukça tehlikeliydi ve yedinci sınıfa giden bir Slytherin'in elinde bu kadar fazla güç tutmasına müsaade edebilmeleri oldukça mantıksızdı, babası da Mingyu'ya katılıyordu.
Dolayısıyla, Mingyu'nun Minghao'nun uyarısına ihtiyacı yoktu çünkü Wonwoo'ya yaklaşmayı planlamıyordu. Sadece gözünü çocuğun üstünden ayırmadığına emin oluyordu ki bir sonraki İsmi-Lazım-Değil olmasın. Sonuçta Wonwoo'nun Tom Riddle'la birçok ortak yanı vardı. Mesela ikisinin de hiç arkadaşı olmaması gibi. Kim yedi yıl boyunca arkadaş edinmeden hayatını devam ettirebilirdi ki? Evet, doğru. Lord Voldemort gibi bir psikopat. Birde ikisinin de Slytherin hanesinden olması vardı. Cidden, Mingyu'nun daha fazla kanıta ihtiyacı yoktu bile.
Mingyu, bir Gryffindor değildi ama yine de büyücülük dünyasına karşı bir sorumluluğu vardı, bu yüzden cesaretini toplayıp bir başka kötü adamın Hogwarts'ı yok etmesine izin vermeyecekti. Sorumluluğu sadece büyücülük dünyası için de değildi; ailesine, savaşta kaybettiklerine -iki savaşta da-, Harry Potter'a...
Nasıl unuturdu, işin içinde Jeon Wonwoo'nun Harry Potter, Ron Weasley ve Hermione Granger'e duyduğu düşmanlık da vardı. Ne zamanki altın üçlüden birisinin haberi Daily Prophet'te çıksa, Wonwoo gizli gizli haberleri okuyor oluyordu. Yazan kelimeleri iyice sindirdikten sonraysa gazetedeki fotoğraflarını özenle kesiyor, yanından hiç ayırmadığı siyah defterinin arasına yerleştiriyordu. Bir ortak yan daha! Muhtemelen şeytani planlarını yazdığı siyah bir defteri de vardı, İsmi-Lazım-Değil gibi.
İsmi-Lazım-Değil'le ortak olmayan tek yanları muhtemelen Jeon Wonwoo'nun güzelliğiydi. Mingyu, bu düşüncesini kimseyle paylaşmasa da Slytherin'in bir Veela olduğuna emindi. Ne zamanki çocuğu gereğinden uzun süre izlese kendisini büyüsüne kapılırken ve hayal dünyasına dalarken buluyordu. Neyse ki Mingyu, kendisine hakim olmak konusunda iyiydi. Aksi takdirde Jeon Wonwoo'nun şeytani planının ilk kurbanı olabilirdi.
Wonwoo, profesörleri de belki güzelliğiyle kandırıyordu. Yoksa tüm bu güçlü büyücü ve cadılar çocuğun kötülüğünü fark edemeyecek kadar kör olamazlardı.
Kendinden emin bir edayla başını salladı ve defterini açıp Jeon Wonwoo'nun küçük bir portresini çizdiği sayfayı açtı Mingyu. Çocuk hakkında bildiği diğer her şeyi yazdığı, resminin sağ tarafına, en alta, el yazısıyla "Muhtemelen bir Veela.' cümlesini de ekledi ve Quidditch pratiğine yetişmek üzere büyük salondan çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No One Like You/Meanie
FanfictionWonwoo yalnız, üzgün ve kimsesiz bir çocuktu. Aynı bir zamanlar Harry Potter'ın olduğu gibi. Ama günün sonunda, Harry Potter değildi. Harry Potter au.