Genç adam eski konağın ilk katındaki cumbanın girintisine kurulmuş olan masada oturuyordu. Üç taraflı pencerelerin üst kısımlarındaki vitraydan masanın beyaz örtüsünün üzerine kırmızılar, maviler, sarılar, yeşiller akmıştı. Ortadaki sürgülü pencere yarıya kadar yukarı kaldırılmış olduğundan; sabah meltemi, pervazın hemen önündeki gül ağacından yayılan kokuyu tülleri de hafifçe uçurarak içeri taşıyordu. Bu arada, yaşlı selvilerin dallarındaki kuşların cıvıltıları da aralanmış pencereden odaya doluyordu.
Yuvarlak masanın ortasındaki minyatür seramik vazonun içinde, o ağaçtan kesilmiş bir dal gül vardı. Bembeyaz. Lekesiz. Hafifçe açmış. Kusursuz. Kaliteli İngiliz porselenleri nizami şekilde yerleştirilmişti masaya. Yan yana dizilmiş boy boy çatallardan birinin hafifçe eğri durduğunu gördüğünde parmağının ucu ile dokunarak yanındaki ile paralel hale gelecek şekilde düzeltti. Tabağının üzerine çini mavisi ile resmedilmiş çiçek desenlerine bakmaya başladı. Çizimlerdeki işçiliğin zarafetine hayran kalmamak mümkün değildi.
Her zaman karşısına çıkan güzellikleri takdir etmesini bilecek şekilde yetiştirilmişti. Her zaman mükemmeli talep edecek şekilde...
Güneşli bir Pazar sabahıydı.
"Kusursuz." diye geçirdi adam içinden.
"Güzel bir sabah. Sizce de öyle değil mi?" diye sordu kadın gülümseyerek, masanın karşısındaki sandalyeden dışarıyı izlerken. Yüzündeki kırışıklıklar gülümserken iyice belirginleşiyordu.
Üzerinde, dantel yakalı beyaz şifondan bir gömlek vardı. Platin rengi saçları düzgün şekilde taranmış, ensesinde topuz yapılmıştı. Su damlası şeklindeki irice bir çift inci küpe, konuşurken kulaklarından sallanıyordu. Ama asla basit şekilde değil. Son derece usturuplu bir ritimle. Kadın, bahar mevsiminin hafif serinliğini bertaraf etmek için, uçuk pembe incecik bir hırka almıştı omuzlarına. Yakasında bir broş vardı. Ortasında tek bir inci tanesi olan bembeyaz sedeften işlenmiş bir gül.
"Kusursuz." diye geçirdi adam içinden.
Tabağına servis edilmiş kahvaltılıklardan bir tane siyah zeytini çatalının ucuna batırırken adam cevapladı.
"Evet. Gerçekten de çok güzel bir pazar sabahı."
Kadın tekrar kibarca gülümsedi. "Affedersiniz. İsminiz ne demiştiniz?"
"Umut." diye cevapladı adam kadının gözlerine bakarak.
"Umut, demek. Çok güzel bir isim. Bu civarda mı yaşıyorsunuz?"
Adam ağzına attığı zeytin tanesini yuttu ve kucağındaki peçetenin ucu ile dudağını hafifçe silip gülümsedi.
"Evet. Oldukça yakın sayılır."
Kadın karşısındaki adamı ilgiyle incelemeye başladı. Kızıla çalan sarı saçları briyantin ile arkaya doğru taranmıştı. Sinekkaydı tıraşı zayıf yüzünün sert hatlarını pürüzsüz şekilde sergiliyordu. Losyonunun kokusu masanın üzerinde hafifçe dolanıyordu. Üzerinde yakası kolalı bembeyaz bir gömlek, lacivert çizgili bir kravat ve lacivert düz bir ceket vardı. Gömleğin kolları ceketinin bileklerinden hafifçe dışarıda olduğu için altın rengi kol düğmelerinin üzerindeki denizci çıpalarını görebiliyordu.
"Kusursuz." diye geçirdi kadın içinden.
"Denizci misiniz?" diye sordu merakına yenik düşerek.
"Evet. Kaptanım. Uzun yol kaptanı."
"Aileniz için zor olmalı."
"Evli olsaydım, evet. Haklısınız zor olurdu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuzlar
RandomKISA HİKAYE Bu kitap, birbirinden bağımsız kısa hikayelerden oluşacaktır.