¹

45 10 14
                                    

"Bunu bana yapamazsın, hiç mi değerim yoktu gözünde? Anılarımızın hiç mi kıymeti yoktu? Konuşsana!"

"Ah hadi ama resmen kendini acındırıyor şu an."

 Hayatımın en hareketli olması gereken döneminde, yirmi altı yaşında, sabahın yedisinde oturmuş pembe dizi izliyordum. Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu, uyuyamıyordum.

 Koltuğun ucunda duran kumandayı yavaşça aldım, karşımda ciyak ciyak bağıran kadına daha fazla katlanamayacaktım. Televizyonun sesini kıstıktan sonra bacaklarımı karnıma çektim ve derin bir nefes aldım. On dakika önce yaktığım ve içmeden küllükte bıraktığım sigaranın kokusu bütün odayı kaplamıştı, başım dönüyordu.

 Kafamı duvara yasladım ve kapalı perdeden geçen loş ışık eşliğinde havaya yayılan dumanı izlemeye başladım. Sabah olmasına rağmen dışarıdan müzik sesleri geliyordu. Oturduğum yer oldukça hareketliydi, gerçi New York'ta sessiz olan bir sokak bile var mıydı ki?

 Vücudum tanıdık sigara kokusunun ve sıcaklığın içinde mayışmış olsa gerek, yavaşça gözlerimi kapattım. Tam bilincim kapanmak üzereyken bangır bangır çalan kapıyla sıçradım.

"Jeongguk-ah! İçeride misin?"

 Sesin sahibini anlar anlamaz gözlerimi tekrar yumdum, kapıyı açmasam da içeri girebilirdi zaten. Boşuna ayağa kalkmama gerek yoktu.

 Sesler bir süre sonra kesildi, ardından kapımın kilidi dönmeye başladı. Sonunda kapı açıldığında, evim eskisi gibi sessiz değildi. "Jeongguk gelsene lan buraya!"

 Derince iç çektim, hay sikeyim.

 "Evin hali ne böyle, lohusa kadın gibi oturuyorsun. Manyak mısın nesin ya." Odaya girdiği gibi camları ve pencereleri açtı. Sigaramın dumanları...

 Kafamı kaldırıp ona doğru baktım. "Ya Jimin gözünü seveyim sal beni ya. Annem gibi davranıyorsun."

 "Evet, öyle yapıyorum. Kendine bakamayan yirmi beş yaşında bir bebeksin çünkü." Koltuğun üzerinde duran kıyafetlerimi alıp teker teker katlamaya başladığında göz devirdim ve yavaşça kanepeye uzandım, gözlerim acıyordu.

 Jimin'in dırdırından kurtulmak için elim masanın üzerindeki kumandaya gittiğinde, hızla yanıma gelip kumandayı benden önce aldı ve televizyonu kapattı.

 "Tamam, bunu yaptın da amacın neydi?"

 Gıcık bir şekilde sırıtıp bana doğru döndü. "Bütün gün televizyon izleyip yatarsan kıçın büyür. Kalk giyin üstünü, dışarı çıkacağız." Ters ters ona baktım, canı sıkıldı da benimle uğraşıyordu kesin.

 "Gözünü seveyim sal beni. Kimseye zararım yok sessiz sakin takılıyorum kendi halimde." Göz devirdi ve eline aldığı yastığı bana fırlattı. "Bana zararın var, gözlerimi kanatıyorsun. Şu saçlarının haline bak, en son ne zaman banyo yaptın?"

 İki hafta önce diyemedim tabi.

 "Neyse neyse sus, anlayabiliyorum ne zamandır yapmadığını. Gidip küveti dolduracağım, ben sıcak suyu ayarlarken sen de git soyun."

 Kanepeden kalkıp tişörtümü çıkarttım. "Tamam anne!"

...

 "Götüm donuyor."

 Son bahar ayına girmiş bulunuyorduk ve bu yüzden sıcak yaz sabahlarının yerini New York'un soğuk rüzgârı almıştı. Sokaklar hala kısa kollu ve şortlu Amerikalılar ile doluydu. Belki de Koreli olduğum için herkesten daha çok üşüyorumdur, bilmiyorum.

wherever i go |taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin