Herkese merhabalar sevgili okurlarım
Yeni bölüm ile karşınızdayım
Nasılsınız bakalım iyi misiniz?
İyi olduğunuzu umuyorum ve müsaadenizle bölümüme geçiyorum.
Yıldız Hanlığı'nın girişinde Taşpar alp ile ardından gelen bir kaç atlı göründü. Hanlığın kapısında nöbetçi bekleyen alplar böyle bir şey beklemediklerinden davul çalmaya başladı. Ard arda bir kaç kez vuruş yaptılar. Bunu duyan oba halkı merakla çadırlarından dışarı çıktı. Meraklı halkın bakışları arasında Han otağına doğru ilerleyen Han oğlu, heybetli olan bedenini daha da dikleştirmiş ve gururla giriyordu. Atını dev çadırın önünde durdurduğunda ardından gelenler de durdu.
"Hoş geldin Taşpar Alp!"
Henüz atından inmemiş olan Alp kendisine seslenen kişiye baktığında Arçuray anayı gördü karşısında. Belli ki ulu ece hala kim olduğunu bilmiyordu. Elini yumruk yapıp bağrına bastırdığında başını hafifçe eğdi. Sonrasında ise çevik bir hamleyle atından atladı. Adımlarını ondan yana hızlandırıp bir kaç adım önünde durdu
"Ulu ecemiz nerededir Arçuray ana?"
"Otağdadır oğul seni bekler!"
Giresin otağına Han oğlu! Bilesin ki bundan sonraki günlerin evvelki günlerinden daha zor olacaktır. İçeri girdiğin vakit Taşpar Alp değil, Hanlar Han'ı Ilgın Han oğlu Taşpar Tegin olacaksın. Giresin gayrı. Giresin ki hem senin hem Türk budununun kaderi yeniden yazıla!
Söylediklerini sadece Taşpar ve kendisi duyuyordu. Zihinden söylemişti ona bu sözleri. Omuzuna binen yük daha ağırdı imdi. Evvelden sadece kendi alplarını korur idi. Lakin imdi hanlıkların alplarını ve hatta halkını da koruması icap ederdi. O anda serin serin esen rüzgar ile bir parça ürperse de yönünü otağa döndü. Yeni bir nefes aldı. Ama aldığı nefes öylesine derin ve öylesine bir nefesti ki sanki yaşayacağı zorluklardan evvel son kez nefes alır gibiydi.
Adımlarını ilerletmeye başladığında üreğinde olan şeyleri tarif edemiyordu. Kalbinin atışının kafasının içinde duyardı. Sadece bir kaç tane olan basamaklardan her çıkışı ile sanki bir yandan yük biner iken omzuna bir yandan da huzur geliyordu. Otağın önüne gelince durdu heybetli bedeni. Bunca yıldır hiç bu kadar tereddüt etmemişti bir otağa girerken. Kapının ardında bekleyen kişi, onun yıllardır öldü bildiği anasıydı. Yıllardır ana hasretiyle büyümüş olan o koca balanın hasreti dinecekti birazdan. Belki babası olan Hanlar Han'ı Ilgın Han'ı görememişti. Ama eksik yanlarından biri artık yanındaydı.
Tahta kapıyı bir cesaret ile araladığında yavaş yavaş açılan kapı ile nefes almayı unuttu bir vakit. Ulu ece kendisini ayakta bekler dururmuş oysaki. O da Taşpar gibi donup kalmış ve yüzünün her zerresini inceliyordu yıllardır görüp de yine de hasret olduğu oğlunun. Zamanın ağır ağır işlediği vakitlerde adımlarını ilerletmesi de bir hayli zor oluyordu. Bir kaç adım daha atıp içeri girdiğinde kapı nöbetçiler tarafından kapatıldı. Kapanmasıyla gelen o tok ses ile yutkundu Han oğlu.
Ana oğul adımlarını birbirlerine ilerletirlerken gözleri dolu bir ana, anasına hasret bir bala vardı karşılarında. Boğazları düğüm düğüm olmuş, konuşmayı unutmuşlardı sanki. Ulu Ece'nin elleri oğlunun yüzüne doğru kalkarken titriyordu. Nice vakittir beklemişti geri gelmesini. İmdi ise tam karşısındaydı işte. Titreyen elleri yere düşecekken bir anda tuttu öptü nazikçe anasının elini.
"Oğul!"
Zor da olsa dökülmüştü bu kelime ağzından. Oğlu ellerini sağlamca tutuyordu. Sanki bundan evvelki günlerde tutamadığı için bundan sonra hiç bırakmayacakmış gibi. İkisi de yutkunmayı unuttuğunu fark etti bu süre zarfında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTLU TURAN DESTANI
Historical Fiction"Kimsin sen? Burada ne edersin?" "Sana yardım ederim görmez misin Taşpar Bek!" Henüz kınına sokmadığı kılıcını karşısında duran Katun'un boynuna dayadı. Bu hamle ile başını bir milim dahi oynatmayan Katun ile beraber yanındaki alplar de kılıçlarını...