tanrıları özlüyorum.
her birini.
onlara inanarak geçirdiğim çocukluk yıllarımı.
henüz küçük bir oğlan çocuğuyken bile tanrılar bana iyi davranmamışlardır.
ama ben tanrılara kızmıyorum on altı yaşımdan beri. bir gün tüm tanrılar ölecektir, rüzgarda sönüp duran ateşi tekrar körüklemenin faydası yoktur. bir gün, tıpkı en başta olduğu gibi insan tanrılarsız yaşamayı öğrenecektir. yapayalnız ve samanyolu'nda.
o güne dek ben aşkı bulacak ve yitireceğim. yaprakları hastalanmış bir çiçeğin bedeninde nefes alacağım, sevgilim, sensiz olacağım.
dokuz mart sabahı, okula gitmek için evden çıktım.
evimin sokağında simit kokusu, gözlerimde uykusuzluğun kanı ve sabaha karşı gördüğüm rüya.
metro girişinden önce omzumda bir el hissettim.
"tüm bunları sen mi yazıyorsun?"
"anlamadım?" dedim, kulağım gelmesi an meselesi olan metrodaydı.
"sadece bilmeni istiyorum," dedi. "çok güzel yazıyorsun."
defterimi bana doğru uzattı.
"çok hoşsunuz." dedim. defteri almadım, zahmet etmedim çünkü artık bende kalmasının bir önemi yoktu. daha önce hiç görmediğim biri tarafından tüm çıplaklığıyla okunmuş ve anlaşılmışlardı. yazdığım her şey, bundan böyle özgür birer kuştu.
ben merdivenleri inerken (yaklaşık yüz elli altı tanelerdi) seslendi, "köşedeki bayiide olacağım!"