Yensek de Yenilsek de...

150 25 1
                                    

Yıllardır kendimi adadığım basketbol hayatım yarın ki maç sonucuna bağlıydı. Eğer bu maçı kazanırsak Türkiye Şampiyon'u olacaktık. Okulumuza, şehrimize bir ilk olacaktık. Ve en önemlisi hayatım kurtulacaktı. Yarın ki maçta Ankara'dan beni izlemeye geleceklerdi ve eğer beğenirlerse beni milli takımın alt yapısına seçeceklerdi.
Savaşmalıydım! Kanımın son damlasına kadar elimden gelenin en iyisini yapmalıydım!
"Kızlarım?"
Tahsin Hoca odaya gelmişti.
Arkadaşlarımın surat ifadelerine baktım. Hepsi gergin görünüyordu. Takım kaptanı olarak gerginliği bir tek ben dağıtabilirdim.
"Buyurun Tahsin Hocam."
"Otur Eda sen. Ben şöyle hepinizi karşıma alayım."
Otelin televizyon odasında oturuyorduk fakat kimse televizyonu açmamıştı bile."
"Televizyonu açmaya unutmuşsunuz kızlar sanırım."
Hepimiz birbirimize bakarak güldük.
"Hocam ben çok heyecanlıyım ya." dedi Sevda.
Sevda'nın ardından diğer kızlarda şikayetlerini, streslerini, heyecanlarını dile getirdiler.
"Sizi anlıyorum. Zamanında bu yollardan bende geçtim. Hatta ben sizden daha küçükken takımım Türkiye Finallerine kalmıştı."
"Kaçıncı sınıftaydınız hocam?" dedi Berna.
"Sizden iki dönem küçüktüm."
"Yani altıncı sınıfta mıydınız?" dedi Gülsüm.
Ben hala sesimi çıkarmadan Tahsin Hoca'yı dinliyordum.
Tahsin Hoca, başını sallayarak Gülsüm'e cevap verdi.
"Vay be!"
Herkes çok şaşırmıştı.
"Benim on iki tane kızım var biliyorsunuz. Hiçbirini birbirinden ayırt etmem. Öz kızımdan bile. Hepsi benim için özeldir, değerlidir."
Tahsin Hoca'nın kızı Merve de bizim takımdaydı.
"Hatta çoğu zaman öz kızımdan daha çok önem veririm size çünkü kendinizi yalnız hissedin istemem. Beni hepiniz baba olarak görün isterim."
"Görüyoruz zaten hocam." sesleri yükselmeye başlamıştı.
Tahsin Hoca'nın sözleri kalbimi delip geçmişti. Çünkü biz 'yetim' çocuklardık.
Hepimiz yetimhanede kalıyorduk.
Bir gün Tahsin Hoca yetimhaneye gelmişti ve bütün hayatımız değişmişti. Aramızdan yetenekli olanları kendi çalıştığı özel okula burslu olarak almıştı.
"Sizleri sıfırdan yetiştirdim. Sizinle tanıştığım ilk günü hatırlıyor musunuz?"
Yüzünde kocaman gülümseme yayılmıştı.
"Top bile süremiyorduk hocam." dedi Fatma.
Halimizi düşünerek hep beraber gülmeye başladık.
"Şimdi o halinizle bu hâlinizi düşünmenizi istiyorum. Hayatınızda ne gibi değişikler oldu? Dünden bugüne basketbol alanında ne kadar ilerlediniz? Hepsini bir düşünün. Ve ne kadar yol katettiğinizin farkına varın. Etraftan; başaramazsınız, sizden bir şey olmaz diyenlere inat sizler bugünlere geldiniz. Eğer yarın ki maçta ikinci olursanız sizinle gurur duyacağım. Bakın kaybederseniz demiyorum. Çünkü sizler o maçta yenilseniz bile kaybetmeyeceksiniz. Her şekilde kazanmış olacaksınız. İzmir'den Mersin'e döndüğümüz de yine şampiyonlar gibi karşılanacaksınız. Şimdi bütün stresinizden arınmanızı istiyorum. Heyecan elbette olur ona sözüm yok. Ama stres yapmayın. Sıradan bir hazırlık maçına çıktığınızı düşünün. Çünkü sizler hazırlık maçlarını bile ciddiye alan, son derece profosyenel oyuncularsınız."
Derin bir nefes aldı. Mavi gözlerini üzerime sabitlemişti.
"Unutmayın ki karşı takim sizinle aynı seviyede. Aynı seviyede olmasaydınız biz şu an burada olamazdık. Bunu sakın unutmayın! Anlaştık mı?"
Hep bir ağızdan,
"Anlaştık!" dedik.
"Uyumadan önce kim süt istiyor bakalım?"
"Ben ben!" sesleri eşliğinde Tahsin Hoca'nın odasına doğru ilerledik. Bize her gece bir bardak süt zorla da olsa içirirdi.
Omuzlarımda kocaman bir yük vardı. Takım arkadaşlarımın yükü...
Okulun yükü...
Ve en önemlisi Tahsin Hoca'nın bana olan güvenini boşa çıkartmak istemiyordum.
Sütlerimizi içip birer birer odalarımıza dağılırken Tahsin Hoca bana seslenmişti.
"Eda sen kal biraz."
Köşeye çekilerek arkadaşlarımın gitmesine izin verdim.
Herkes gittikten sonra başıyla koltuğu işaret etti.
"Otur bakalım."
Sessizce verilen komutu uyguladım.
"Neyin var gibi saçma saçan bir soru sormayacağım. Bütün yük omuzlarında falan değil. Bu bir oyun Eda. Sadece oyun. Her oyunda kazanan ve kaybeden olur. Peki bu oyunun en önemli noktası neresi biliyor musun?"
Soruyu daha çok sormak için sormuştu çünkü ben daha cevabı veremeden kendisi devam etmişti.
"Eğlenmek. Evet, yanlış duymadın. Eğlenmeye bak. Sende takım arkadaşlarında. Bu anların tadını çıkartın. Çünkü bu yaşadıklarınız ileride sizin için çok güzel bir anı kalıcak. Ve bir de oyunu ahlaklı oynamak."
Tahsin Hoca söze girmeden araya girdim.
"Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olanını severim. Mustafa Kemal Atatürk."
"İşte benim kızım! Hadi bakalım güzel bir uyku çek ki yarına dinç kalk." göz kırparak bana kapıya kadar eşlik etti.
Tam koridordan dönecektim ki arkadan tekrar seslendi.
"Unutma bu sadece bir oyun."

Tahsin Hoca'nın dün gece ki konuşması üzerine güzel ve rahat bir uyku çekmiştim.
"Kızlar heyecan durumunuz ne alemde?" dedim formamı giyerken.
"Off! Çok heyecanlıyım yaa!" dedi Buket.
"Takımı odaya toplayın." dedim.
Eğer ben takım kaptanıysam bunu yapmak zorundaydım.
İki dakika içinde herkes odadaydı.
Tahsin Hoca'nın konuşmasını aklıma getirdim.
"Biz bugün kaybetmeye gitmiyoruz. Biz ikinci veya birinci olmaya gidiyoruz. Biz bugün eğlenmeye gidiyoruz. Ne olursa olsun eğleneceğiz? Anlaştık mı?"
Gülümseyen takım arkadaşlarımla beraber, elimi havaya koydum.
Ardından teker teker ellerini elimin üzerine koydular.
Son olarak bir erkek eli en tepeye koydu.
Tahsin Hoca buradaydı.
Kulağıma doğru eğilerek,
"İşte benim kızım!" dedi.
Gülümseyerek Tahsin Hoca'ya karşılık verdim. Ve o meşhur tezahüratımızı yapmaya başladık.
"Biz kimiz?"
"Tahsin Hoca'nın kızları!"
Soruları ben soruyordum, kızlar cevaplıyordu.
"Ne için buradayız?"
"Kazanmak için!"
"Ne için buradayız eğlenmek için!"
"O halde hadi eğlenmeye!"
"Hoop! Bir-iki-üç Güneş Koleji!"
Ellerimizi çektiğimizde kendimizi alkışlıyorduk.

Spor salonuna geldiğimizde karşı takım gelmişti. Sanki NBA maçındaymışız gibi salon tıklım tıklım doluydu. Haftasonu olduğu için Mersin'den diğer öğretmenlerimiz ve müdür de gelmişti.
Tezahüratlar eşliğinde sahaya çıkıyorduk.
Maçı anlatan adam tek tek isimlerimizi anons etmişti.
"Ve 10 numara takım kaptanı Eda Alkan!"
Alkışlar eşliğinde sahaya çıkarak diğer çıkan arkadaşlarıma çak yaptım.

Hakemin düdüğü çalmayasıyla maç başlamıştı.
Derin bir nefes aldım. Buse hava atışında topu kapmıştı.
Topu bana attığı gibi karşı tarafa son derece süratle topu sürdüm. Yanımda benimle birlikte koşan Gülsüm'e potanın dibinden pas verdim ve sayıyı tamamlamasını sağladım.
2-0 başlamıştık.
Her zaman Tahsin Hoca'nın söylediği bir totem vardı: İlk sayıyı atan kazanır.
İçimden bu totemi tekrarlamaya başladım.
Bir gözüm oyunda bir gözüm Tahsin Hoca'daydı.
Verdiği taktikleri uygulamaya çalışıyordum.
Karşı taraf arkadaşına pas verirken aralarına girip topu çelip hızlıca turnike attım.
4-0.
Tahsin Hoca'nın 'İşte benim kızım' dediğini hissedebiliyordum.
Ve karşı takımdan ani bir atak gelip sayıyı yemiştik.

İlk periyot bittiğinde skor: 22-21'di.
Tahsin Hoca'nın karşı takım üzerinde gösterdiği taktikleri dikkatlice dinledim.
Bu periyotta ilk beş oynayamıyordu. Oyunun kuralı böyleydi.
Birinci ve ikinci periyotlarda sahaya farklı beş çıkmak zorundaydı.
Periyot boyunca sessizce, yeri geldiğinde arkadaşlarıma tezahürat ederek onlara destek oldum.
Skor: 27-30 olmuştu. Öne geçmişlerdi.
Devre arasına girmeden üç dakika on saniye önce Tahsin Hoca mola istemiş, kızlarla konuşmuştu.

Devre arasına girdiğimiz de skor 35-35'di. Beraberliği yakalamış, başa baş ilerliyorduk.
Üçüncü ve dördüncü periyotlar için karma öğrenciler seçme hakkımız vardı.
Tahsin Hoca da benimle birlikte en iyi beş kişiyi oyuna sokmuştu.
Kızlarla el ele tutuştuk.
"Tahsin Hoca için yapmalıyız."
"Tahsin Hoca için."
Sahaya çıktığımız da içimizden aslanlar, kaplanlar çıkmıştı. Karşı tarafın motivasyonunu düşürmek adına üçlük çizgisinden topu potaya yolladım.
Girmişti! Başarmıştım!
38-35.
Son periyota girdiğimiz de skor 45-46ydı. Öne geçmişlerdi.
Bu arada Aydan beş faulle oyundan çıkmıştı.
Etrafımda kimsenin sesini duyamaz olmuştum. Tek odaklandığım sürenin ilerleyişi ve maç olmuştu. Tahsin Hoca'yı bile tam olarak algılayamıyordum.
Skor: 50-52'ydi.
Oyunun bitmesine 20 saniye kalmıştı.
Topu almak için uzandığımda ayağım karşı tarafın oyuncuna takıldı ve yere yığıldım. Hakem oyunu durdurma gereği duymadı. Faul olduğunu düşünmüyordu. Bir nevi de haklıydı.
Ayağa kalktım.
Top Gülsüm'ün elindeydi. Tek yapmamız gereken bir üçlüktü.
Ayaklandığımı gören Gülsüm, topu bana atmıştı. Süreye baktım. Beş saniye kalmıştı. Üçlük çizgisinin önünden topu potaya attım.
Nefesimi tuttum. Herkes tutmuştu. Salondan çıt ses çıkmıyordu. Herkesin gözü potadaydı.
Top çemberin üzerinde döndü döndü ve sonunda basket!
Tahsin Hoca sahaya atlamış beni kucaklamıştı.
"Kaşın?"
Bir anda surat ifadesi değişmişti.
Ne olmuş kaşıma diyerek elimi kaşıma götürdüm.
Elimi geri çektiğimde parmaklarında kan vardı. Sanırım az önce düştüğümde olmuştu. Acilen kucağında beni sağlıkçının yanına götürdü.
Kaşım yarılmıştı.
Dikiş atılması gerekiyordu. Türkiye Şampiyonluğu bende bir hatıra bırakmıştı.
Yüzüme her baktığımda yetimhaneden geldiğimi, Tahsin Hoca'yı ve emeklerini asla ve asla unutmayacaktım.

Yensek de Yenilsek de. #Wattpadte19MayisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin