Saat : 19.38Sağanak.
Her şey o gün aniden yağmaya başlayan sağanak yağmurla birbirini kovalamıştı. Yere düşen yağmur damlaları sanki her şeyden haberdardı, o yüzden normalden daha yumuşak iniyorlardı gökyüzünden.
Karanlık sokakta yerde oluşan göletlere yansıyan sokak lambasının ışıklarını inceliyordum. Işıklar her açıdan ne kadar da farklı görünüyorlar, insanlar gibi.
Üstümdeki kıyafetler inceydi, üşüyordum ama umrumda değildi. Sanki daha soğuk bir taraf vardı vücudumda da bu soğuklar artık bana işlemiyordu.
Telefonumun sesini duymamla cebimden çıkardım, ekrana gelen yağmur damlalarına inat aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.
"Jisung? Nerede kaldın?" Annem.
"Eve yürüyorum."
"Dikkatli ol, şu sıralar etraf pek tekin değil." Yavaşça onayladım, her gün sokaktan ayrı türde olaylar duyuyorduk. Alışmıştım ama insan bir yerden sonra korkuyordu.
Telefonu kapatıp geri cebime koydum. Evimden sadece birkaç bina ötede köşede duran markete baktım. Cebimde kalan son parayla bir şeyler almak için içeri girdim, kasada duran kimse yoktu. Genelde kasada hep asabi , orta yaşlarda bir adam dururdu oysa.
"Ne alacaksan al, ödeyip çık."
Gelen sesle kafamı çevirdiğimde içecek reyonunun önünde oturan kişiyi gördüm. Marketin tavanında asılı duran lambaların çoğu yanmıyor ya da gidip geliyordu, bu yüzden yüzünü seçmek oldukça zor olsa da genç olduğunu anlayabilmiştim.
Etrafa bakınmaya başladığımda vücudumu saran korku duygusu yüzünden ne alacağımı da unutmuştum. Annemin uyardığı tehlike sanki şuan tam önümde oturuyordu.
"Ne alacaksan al, ödeyip çık dedim? Ne dikiliyorsun?"
Sesinin yükselmesiyle daha da geriliyordum. Sadece başımla onaylayıp rastgele bir reyona ilerledim, arada hatta belki de sürekli ona bakıyordum. Ayağa kalksa korkup koşacaktım sanki. Önüme döndüğümde geldiğim reyonun kozmetik olduğunu yeni fark etmiştim.
Ayağa kalkmıştı.
"Ya al ne alacaksan siktir olup git işte!"
Bu sefer sesi daha da yüksekti. Reyonda duran elimi çekip uzaklaştım. Bir şey alma isteğim zaten kalmamıştı, sadece buradan çıkmak istiyordum. Adımlarımı hızlıca kapıya yönelttim.
"Bekle."
Arkamı döndüm. Kapıyı açmak için kaldırdığım elimi yavaşça indirip yanan lambalardan birinin altına geçen yüzüne baktım. Artık onu tamamen net görebiliyordum.
Koyu kahverengi saçları sanki savaştan çıkmış gibi dağınıktı. Yüzünü birçok yara ve morluk süslemişti. Üstünde birçok yerinde kesik olan çizgili bir kazak vardı ve sadece garipti.
"Gel."
O da beni süzdükten sonra yavaş adımlarla dönüp kalktığı yere geri oturmuştu. Anlamsız bakışlarımı üzerinde gezdirirken yutkundum.
"5 dakika sadece."
Elimde değildi. Yavaş adımlarla reyonun arasından geçip yanına geldim. Marketin kalanına göre daha karanlık olan yeri sadece içecek reyonunun ışıkları aydınlatıyordu. Aramıza belirli bir mesafe koyarak yere oturdum yavaşça.
"Korktun mu?"
Kafamı ona çevirdim, sanki korkmamak imkansızdı.
"Sana bağırdığımda korktun mu?"
Bunu neden sorduğunu ya da amacının ne olduğunu anlamamıştım. Anlaşılacak birine de pek benzemiyordu zaten. Ama onayladım onu, korkmuştum. Yüzüne saniyelik bir gülümseme yerleşip kayboldu.
"Seni korkutmak istememiştim."
Kendi kendine mırıldandığında boynundaki kızarıklıkları inceliyordum. Ne yaşamıştı bilmiyordum ama kesinlikle iyi hırpalanmıştı.
"Adın ne?" Tekrar bana döndüğünde hala onu incelerken yakalandığım için boğazımı temizledim.
"Jisung."
"Jisung..." Benden sonra adımı kafasını sallarken tekrar etmişti. Merak etmiyordum ama onun da adını söylemesini bekledim bir süre.
"Minho."
Sonunda bana dönüp adını söylediğinde kafamı salladım. Ortam tekrar birkaç saniyeliğine sessizliğe bürünmüştü.
"Ben korkunç birisi değilim, Jisung. Korkmana gerek yok, sadece sinirliydim."
Sanki kelimeleri büyük bir havuzun içinden teker teker seçiyor gibi yavaş ve duraklayarak konuşmuştu. Yine onayladım, ses çıkarasım yoktu sanki sadece onu onaylamaya gelmiştim.
"Öğrencisin değil mi?"
Benim yaşımda kişiler başka ne yapabilirdi ki? Yine onayladım. Bu halim onu gülümsetmiş ve kafasını iki yana sallamıştı. Yakınlardaki en yakın okul benimkiydi ve orada okusa kesinlikle onu bir kere olsun görmüş olurdum. Ama onu haftada birkaç kere uğradığım bu markette bile yeni görüyordum.
"Sen?"
"Uyuşturucu satıyorum."
Cevabıyla şaka olduğunu sanıp gülmesini beklesem de bana bakan ciddi suratı yüzünden yutkundum. Aslında uyuşturucunun oldukça yaygın olduğu bir yerde yaşıyordum, neye bu kadar şaşırmıştım ki?
Yine sessizlik.
Sanki bu sefer onun da kendince sorduğu soruları tükenmişti. Bense sessizliği onun yaralarını incelemeye harcıyordum. Ellerinde de morarmalar ve çizikler boldu, kazağın açılan yerlerinden anca gördüğüm kolları da pek sağlam sayılmazdı. Hem yüzü hem vücudu harap içindeydi sanki.
"Acıyor mu?"
Elimde olmadan mırıldandığımda ilk kez yüzünde mimik oynamış ve şaşırmıştı. Birkaç saniye sanki sorduğum soruyu yanlış duymuş gibi yüzüme bakmış ve kendine gelince de yine o yarım yamalak gülümsemesi yüzüne yerleşmişti.
"Bana acıyor mu diye soran ilk kişisin."
![](https://img.wattpad.com/cover/332370661-288-k195654.jpg)