Zihninin kendi iç dünyasına özel ayrı bir melodisi vardı. Her bir ton, kulaklarında farklı anlamlar çağrıştırarak kanını kaynatmaya devam ediyordu. Düşünceleri ise hiç olmadığı kadar derin ve serindi. Soğuk hislerle kaplanmış yüreğinin ortasında çalan intikam melodisinin tınısı kulaklarını şenlendiriyordu.
Çirkin düşünceler kaplamıştı duygularını fakat henüz çirkin kelimesinin kendindeki karşılığından emin bile değildi.
Birçok insan tanıdı bugüne kadar belki ve kendinde karşılık bulamadığı çirkin sözcüğünün anlamını gördü insanlarda.
Düşündü ve düşündü.
Kim İblis kim insandı?
Ayırt edilmesi zor olan girdiği bu dönemde, ayaklarına bağlanan hayali kelepçeyle tek başına adım atması zor oluyordu. Henüz çıkaramadığı kanatlarına kavuşmak için bir başına hareket etmesi aptallıktı.
Düşündü ve düşündü.
Hangisi gerçek hangisi rüyaydı?
Tüm bu yaşananların rüya olmasını istediği o gerçeklikte asılı kalmanın huzursuzluğunu ondan başka belki de kimse tadamazdı. Saçlarının kökünden tutulup çekildiğinde bir yere gitmemek için tutunduğun o dal çok uzun süre yerinde kalamazdı.
Islandığın gerçekliğin ölüm mü yoksa yaşam mı olduğunu fark edemeden, bunun telaşını derinlerde kendine kabul ettirmeye çalışarak yaşamak çok saçmaydı.
Zamanın dışında boşluğun içinde hareketsiz kalırken, başından akan yaşların gözyaşı olduğunu ruhun bedenin çıktıktan sonra anlamak, ölümün en acısı olmalıydı...
Kendi etrafında, bir yere varma çabası içermeden bir sağa bir sola hızlı adımlarla gidip tekrar gri taş oymalı kraliyet penceresinin önünde durdu. Sakalsız çenesini kaşıyor, dişlerini sıkıyor ve beline kadar uzanan gri saçlarını rahatsız bir şekilde geriye itiyordu. Mor irisleri artık ezberlediği kırmızı ateşi andıran halıya takılı kalmıştı.Beyni ise bu süre içinde düşünmeye çalışarak kendini zorluyordu. Tamamen tıkanmanın, dibi görmenin ne demek olduğunu anladığı o döneme girmişti.
Zihninin bulanıklarından sıyrılmaya çalışırken, tıklanan kapının verdiği o sesle anlık bir refleks olarak tahta kapıya döndü. Dört metre, koyu kahverengi ve üzerinde iskelet desenleri olan kapıdan, onun 'gir!' diye seslenmesiyle yardımcısı içeriye girdi. Adamın elinde bir meşale vardı, ateşi ise şu anda hem kendi yüzünü hem de kralın yüzünü turuncuya boyayarak rahatlatıcı bir sıcaklık veriyordu. Onu hemen duvardaki oyuğa taktı ve sağ elini göğsüne koyar koymaz eğilerek selam verdi. Simsiyah kısa saçları sadece kulağının altında son buluyordu. Saç telleri alnına teker teker yer edinmişti, kirpiklerine değen teller görüş açısını kapatıyor gibiydi.
Mavi gözleri, esmer tenini açıyordu fakat içindeki korkuyu saklayamıyordu. Titreyen irisleri, kasılan çenesiyle önce yutkunarak boğazındaki yumruya son vermek istedi. Şu anda karşısındaki adam bir kraldı, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu çünkü tamamen kapana sıkışmış bir kralın âni bir tepkisi hayatına son verebilirdi. Ama getirdiği haberi ona söylemekten başka şansı yoktu. Yine kendilerini kralın kurtaracağını biliyordu. Yani en azından öyle ümit ediyordu. Kaskatı kestiği bedenini, her şey iyi olacak düşüncesiyle gevşetmeyi hedeflemişti.
"Efendim, rahatsızlık verdiğim için özü-..." kral, âniden elini havaya kaldırdı ve saniyesinde susmasını sağladı. Dimdik duruşuyla karşısındaki adama tepesinden bakarak göğsünü şişirdi. Kısık gözleri sisli bir karanlığın arasından tek bir noktaya baksa bile yardımcısının yüzünü görecek kadar keskindi. Derin bir şekilde içine çektiği nefesi yavaş yavaş dışarı vererek konuşmak için dudaklarını araladı. "Biliyorum...yine başlıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BANSHEE'NİN İÇİNDE
Fantasy"Saklanma Banshee! Hangi cehennemdeysen, yedi dünyayı da gezip bulacağım seni. Gökyüzünü yarmam gerekse de yıldızları yeryüzüne düşürmem gerekse de saklandığın o bulutun arkasından çıkaracağım!" Ve bulutlar içini dökmeden önce son kez bağırdı. "Öld...