Bu Dar Sokak Neresi?

189 21 95
                                    

Kar yağıyordu.

Önüme serili sarı sokak lambalarının ıslak zemini aydınlattığı bir yılbaşı gecesinde sevinçle dolup taşan insanların doldurduğu sokağa baktığım an aklımdan geçen ilk şey buydu. Yürüyüşe çıkmak için kesinlikle ideal bir geceydi.

Artık endişe yoktu. Artık ne bir yere yetişmenin telaşı ne de umutsuzca bekleyişler vardı. Arayış veya çaba yoktu. Kendimi diğer insanlara yetişmeme alıkoyan zincirlerimden kurtarmıştım.

İçimde hiçbir olumsuz duygu yoktu ana caddeye yöneldiğim esnada. Karşımda "tanrı" dikilmiş hesap soruyor olsa ben yine keyifle sigaramı tüttürürdüm.

Sahi sigaramı almış mıydım? Ceplerimi kontrol ederken bulabildiğim tek şey sadece yeni bir paket almaya yetecek kadar metelik ve 1-2 peçeteydi.

Umurumda olmadı o sırada bu acınası durumum. O anı kurtarıyordum her halükarda. Bu bile büyük bir lütuftu benim için.

Rastgele gözüme kestirdiğim tekelin birinden en ucuzundan bir sigara aldım. Tekelde çalışan kadın yılbaşını bu şekilde geçiriyor olmaktan rahatsızdı sanıyorum zira gözlerinde bana özel olmadığına emin olduğum bir bakış vardı. Günah keçisi ihtiyacıydı bu. Deneyimlerimden bildiğim bir gerçekti insanların acınası biçimde kendilerinden başka birini suçlama huyu. İtirazım yok. Kendilerini suçlayanları hep daha acınası bulmuşumdur çünkü. Süper egosunun benliğini bastırmasına müsaade ederlerdi bu tür kişiler.

Hay hay, bu geceye özel centilmeni oynayabilirim. Tıpkı eskiden yaptığım gibi.

Başkalarının yaptıkları şeyleri ve yaşam tempolarını hep çok karmaşık bulmuşumdur. Sanki farklı bir canlı türünden geliyormuşum gibi hissettirirdi. Her gün sıkılmadan -hatta keyif alarak- bir video oyunundaki görevleri tamamlamaya çalışan çocuklara benzetirdim onları. Hayat asla sıkıcı gelmezdi böylelerine. Ortada kayda değer bir şey yoktu benim gözümde. Doğ, itaat et, öl.

Robot olan bendim belki de. Evet evet. Bu daha mantıklıydı. Zira kendimce diğer insanların hissettiği duyguları hissettiğimi de düşünmüyorum. Ağladığımda hissettiğim tek şey gözyaşlarımın çehremden süzülürken bıraktığı ıslak histi. Güldüğümde hissettiğim şey karnımda holuşan gereksiz kasıntıdan fazlası değildi. Sahi bu anlattıklarımdan sonra robot olma fikri kafama yatıyor.
Düşüncelerimde nadiren meydana gelen sığ ve seyrek ışıldamalar da bunun bir kanıtıydı belki, kim bilir.

Bir zamanlar olduğum kişi bunları duysa kimden bahsettiğimi anlayamazdı. Anlamak istemezdi çünkü. Hangimiz kendimize ait olan -hele bahsi geçen şey kişiliğimizse- şeylerin sanki asla varolmamışlar gibi arkalarında anımsadıkça hissettiğimiz o buruk hissi bırakma lüzmu dahi göstermeden benliğimizi terk etmesini ister ki? Ben kendimi; kimi zaman aklın ötesinde hayallerde arzularımın kendini göstermesine izin verdiğim kişiliğimle yaşatan, derin duygu ve düşüncelerimi iç dünyamdaki huzurlu karanlığında ışık aramaksızın bilakis zevkle var eden birisi olduğumu düşünürdüm. Ne değişmişti bu zaman diliminde? Nasıl felsefik olarak her şeye karşı anlam yükleyen birisiyken her şeyden soyutlanmış bir çukurun dibinde benliğimi ararken bulmuştum?

Bir insan neden acı hissetmek isterdi ki? (Yanlış anlaşılmasın bahsettiğim acı fiziksel olan türden değil aksine fiziksel acıdan bi hayli nefret ederim.) İnsanlara olan özentisinden mi, yaşadığından emin olmak istediğinden mi? İnsanlar arasında kullanılan bir tabiri hepimiz duymuşuzdur. "Rüya mı görüyorum, cimdikle beni." Bu kişi gerçekten acı çekmek ister mi yoksa kendini sürüye kabul ettirmek için çabalayan bir koyunun teki midir? Belki de uyanmak isteyen komadaki bir hastadan fazlası değildir. Hayatın akışını yalnızca uykusunda duyduğu belli belirsiz birkaç sesten ibaret olarak algıladığı içindir bu bir şeyler hissetmeye olan ihtiyacı. Fakat hele bir de uykusunda artık rüya bile göremiyorsa... Vay haline bu kişinin! Yarı ölüdür denebilir artık ona. Böylesi birinin amacı veya motivasyonu olabilir mi?

Moonlight SonataHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin