Elindeki yarım ekmekle gecenin bi yarısı sokak aralarında arkasına bakarak koşuyordu. Gözleri korkudan kocaman olmuş adımları tedirginlikten çarpık çarpıktı. Bir kez daha araksına baktı. Kimsenin olmadığını görünce ekmeği ceketinin iç kısmına doğru iyice ittirdi ve aceleci adımlarını ev bile sayılmayacak kadar kötü durumdaki evine doğru çevirdi. Bu sefer dayak yemeden bi iki lokma yiyebileceği için az da olsa mutluydu. Evine yaklaştıkça içini bi heyecan kapladı. Ekmeği çıkartıp burnuna tuttu ve derince kokusunu içine çekti. Kocaman gözleri parıldadı ve gülümsedi. Ekmek restorantta yiyen kişilerin artığıydı ve bayattı ama bazen buna bile muhtaç düşüyordu. Evine yaklaşınca kapının önünde oturan bedeni görünce olduğu yerde dondu kaldı. Gözleri korkuyla büyüdü. Karşısındaki beden sinirle ayağa kalktı.
"Öylece çalıp gidebileceğini mi sandın küçük hırsız!?!?"
Arkasına bakmadan koşmaya başladı. Küçük bacakları aç bedeni taşımakta zorlanıyordu. Adamın elini ensesinde hissedince korkuyla çığlık attı. Adam küçük çocuğu saçından yakaladığı gibi harabe evinin önüne kadar sürükleyip yere doğru fırlattı. Küçük çocuk çaresizce havaya bir inleme bıraktı. Kafası zonkluyordu.
"HIRSIZLIĞIN BİR KARŞILIĞININ OLDUĞUNU BİLİOSUN CHAN?!?!"
Adam bir yandan tekmelerini önünde yatan cılız bedene hıncını çıkartmak istercesine hunharca savuruyor bir yandan da bağırıyordu. Küçük çocuk kanlar içinde yerde kıvranırken elleriyle yüzünü korumak dışında başka bir şey elinden gelmiyordu. Adam yerdeki ekmeği aldı.
"Bu küçük bayat parça için mi riske attın kendini." Sokağı inletecek bi kahkaha attı ve elindeki ekmeği yere atıp ayağıyla ezmeye başladı.
"Bak şimdi napıyorum o canını riske atmanı sağlayan şeye." Küçük çocuk umutsuzca ezilen ekmeğine bakıp dişlerini sıktı. Yine aç kalmıştı. Yine bi gece daha açlıktan uyku girmicekti gözüne. Dolu gözlerini adamın koca ayakları altında ezilen ekmeğine dikti. Sadece fısıldayarak 'yapma' diyebilmişti ama adamın kahkahaları arasında fısıltısı yok oldu. Adam nefes nefese geri çekildi. O sırada sağanak bi şekilde yağmur yağmaya başladı. Yağmurun saçlarını ısşattığı adam daha da korkunç gözüküyordu artık. Küçük çocuk köşeye sindi iyice.
"Bu mu küçük yılan yuvan." Adam eline yerde büyük bi demir sopa aldı ve evin küçücük tahta ve gazeteyle kaplanmış camlarına vurmaya başladı. Küçük çocuk hiçbir şey yapamıyordu. Çünkü kıpırdarsa o sopadan nasibini alacağını biliyordu ama zaten kıpırdamasına gerek kalmadı. Adam yavaş yavaş arkasına döndü ve küçük çocuğa baktı. Çocuk korkuyla titredi ve beceriksizce geriye doğru sürünmeye çalıştı. Adam küçük bedenin üstğne sopayı indirdi. Sokak masum bir çığlık sesiyle inledi. Ve ardından gelen defalarcasıyla... Adam hıncını almış olmalı ki nefes nefese geri çekildi. Yerde kanlar içinde yatan parmağını bile kaldırmaya mecali olmayan küçük bedene konuştu.
"Umarım bu sana ders olmuştur." Gram merhamet içermeyen gözlerini kanlı bedenden çekti ve hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gitti.
Küçük bedeni yağmur sanki acılarını yıkayarak temizlemek ister gibi ıslatıodu. Zorla sızlanarak kalktı ve sırtını camı kırılmış evinin duvarına yaslayıp oturdu. Titreyen elleriyle yerde çamur bulaşıp ıslanmış ekmeği alıp bir parça kopardı ve ağzına koydu. Çiğnemeye çalıştı ama her çiğneyişinde bin tane bıçak saplanıyormuş gibi hissetti. Yağmur yüzündeki kanları temizliyordu ama nafile sürekli kan akmaya devam ediyordu. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. Annesi bi keresinde ona yağmurun aslında ağlamak isteyip ağlayamayan insanların göz yaşlarını saklamak için yağdığını söylemişti. Gözlerini kapattı ve o an annesinin sözüne güvendi. Geceye karşı yağmur damlarının arasına iki inci taneis karıştı. O gün orda bi ekmek için bile parıldayan gözlerin ışığını söndürdüler. Ve küçük çocuk bir söz verdi. Değerli incilerini bir daha asla saçmayacaktı.