yaşanan tuhaflık silsilesini nereden anlatmaya başlamam gerektiğini bilmiyorum. sondan başlamam gerekirse; şu an kang taehyun'a birkaç ayda öğrendiğim üzere paketin en değerlisi olan ve acil durumlar için saklanan o kutsal dalı uzatıyorum.
ve o da bir uzattığım dala bir de dudaklarım arasında yanmak için bekleyen bir diğerine bakıyor.
fazla mı ileriden anlatmaya başladım? eminim siz de çok merak etmişsinizdir nasıl ağlama seansımdan bir anda buraya geldiğimizi.
hemen anlatayım tabii, neden anlatmayayım ki?
aramızda yabancı yok sonuçta.
hayır, taehyun'un bana bakışları eşliğinde kendime kendime konuşmuyorum.
evet, belki de biraz sıyırmışımdır.
neyse ne.
kaldığımız yere dönersek; juyeon'a ağlamalarımın ardından gerçek anlamda beni ensemden tutup birkaç sokak boyunca kedi yavrusu gibi taşıdı. sonuç olarak ben de ne sigaramı içebildim ne de ona karşı koyabildim.
cüssesiyle doğru orantılı bir gücü olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz, güreş yapmış olabileceğini düşünüyorum.
spor fakültesinde olsa kesin çok başarılı olurdu, gerçi sanırım edebiyatta da başarılı. değişik birisi, pek anlamıyorum kendisini.
sonra bir kafeye girdik ki bu daha önce varlığından bile haberdar olmadığım bir kafeydi. dışarıdan baktığınızda krem rengi normal bir bina izlenimi veren iki katlı yapının çift kanatlı demir kapısından içine girdiğinizde gri taş duvarlarla çevrili alandaki tahta masalarla karşılaşıyordunuz.
anladığım kadarıyla self servis olan bar tezgahı şu avrupa krallık dönemindeki bar tezgahlarının neredeyse birebir aynısıydı. üzerindeki oymalardan bahsetmek bile istemiyorum. veya tam ortadaki tahta yuvarlak avizenin altındaki yuvarlak masadan. çünkü sanırım burayı daha önce keşfetmediğim için aklımı kaçıracak durumdayım.
ben bu kafeye daha önce gitmediysem taehyun burayı nereden biliyor olabilirdi? kiminle gelmiş bu daha önce buraya?
bu lavuk beni gerçekten delirtecek ya.
neyse.
bir de daha komiği neydi biliyor musunuz? juyeon'un yanına gittiğimiz arkadaşı hanbin'den başkası değildi.
hani şu basketbol takımının nacizane kaptanı, günde neredeyse beş altı kere yüz yüze geldiğim, her seferinde de selamlaşıp muhabbet ettiğim okulun zengin ama bir o kadar da sempatik ve başarılı gözde çocuğu. kafam biraz ka-
"sen ciddi misin?"
gözlerimi devirerek ağzımdaki dalı boştaki parmaklarımın arasına aldım.
"alacaksan al almayacaksan da defol git taehyun, bir şeyleri açıklamaya çalışıyorum şurada. sana değil, kendime."
"gittikçe garipleşmeye başladığının farkında mısın?"
"sana ne," dedim dudaklarımın arasındaki dal düşmesin diye ağzımı çok oynatmadan konuşmaya çalışırken, "sana yorum yap diyen oldu mu? içmeyeceksen git işine."
evet, evet kang taehyun karşımda. bunu görmezden gelebilmek ve sinirden hafifçe titremeye başlayan elimi de unutmak için ben hanbin'den devam etmeyi tercih ederim ama.
komik, düşüncesi bile sinirlerimi hoplatan lavuk tam da karşımda dikiliyor, bense iki seksen yere uzatmak yerine ona son dalımı ikram ediyorum.
enayisin, choi beomgyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you broke me first 'taegyu
Fanfictiontaegyu. kang taehyun, beni hem fiziken hem de ruhen birleştiremeyeceğim parçalara ayırmıştı. [231122]