"Benimle gelin,"
Güzel, narin ama bir o kadar da soğuk parmaklarınız ellerime bir yaşama isteği bahşederek sıkıca kenetlendi parmaklarıma. Gergindim, bizi kimseler görmesin, duymasın istiyordum zira biliyordum; bu anlatmaya dahi kıyamadığım mucizemi görürlerse, sizi görürlerse eğer, koparırlardı benden. Oysa siz hiç nefessiz yaşamaya mahkum edilmiş bir insan evladı duydunuz mu? İşte buydunuz benim için, bu naçizane, zavallı, umutsuz ruhumun iç ısıtan soluklarıydınız, yaşama tutunmasını sağlayan o parçasıydınız.
Tedirginliğimi sezmiş olmalısınız ki parmaklarınız daha da sıkılaştı, güven aşılıyordunuz bana kendinizce. Yalpalayan birkaç adımdan sonra size ayak uydurdum, çehremde belli belirsiz bir tebessüm yer edindi ve ben korkunun esiri olmaktan kurtulup size teslim oldum. Bahçe insan sesinden arınmıştı, kulaklarımıza hoş bir melodi bahşeden bu ılık rüzgar, bizi zambak kokularıyla çevrelemişti. Büyüye, ana kapıldım. Adımlarınız yavaşladı, durdunuz ve birkaç saniyenin ardından yüzünüz bana çevrildi. Gülümsüyordunuz, bizzat bana, o güzel tebessümünüzü hiçbir karşılığı olmadan sunuyordunuz.
"İşte...Geldik. Bakın, bana değil, gökyüzündeki manzaraya bakın. Bu elli yılda bir gerçekleşen, insanın ömrü boyunca bir, en fazla iki kez şahitlik edebileceği bir manzaradır! Ne kadar güzel, değil mi?"
Gözlerimi söylediğiniz gibi gökyüzüne diktim, temiz gökyüzü koyu bir laciverte bürünmüştü, ay ışığı yüzlerimize vurmaktaydı. Başta, affedersiniz ki, neyden bahsettiğinizi anlayamamıştım, sıradan bir görüntüydü bu, hayır, şahane bir görüntüydü, çünkü sizinle paylaştığım bir gökyüzünün sıradan olması mümkün değildi, sizin gözlerinizin değdiği, gezindiği yerlere bakınmak hiç erişemeyeceğimi düşündüğüm bir zevkti adeta! Ancak, yine de, dediklerinizi daha sonra kavrayabildim, karanlık gökyüzünde önce birer birer, daha sonrasında sayamayacağım kadar çok parlak kıpırdamalar meydana geldi. Birbirini takip eden, dur durak bilmeyen bir meteor yağmuruydu bu.
Söylemeliyim ki, ben bir sanatseverdim, yorumlayıcıydım, ruha dokunan parçaları bulmak ve anlamak benim işimdi lakin, ömrüm boyunca böylesine güzel bir görüntüye tanıklık etmemişti bu gözler, etmeyecekti de. Böylesine nefes kesen bir manzaraya sizinle birlikte bakabilme şansına erişebilmek...Ah, Yüce Tanrım! Ne iyilik etmiştim de bana bu mucizeyi sunmuştu?
Gözlerimi gökyüzünden indirdim ve bakışlarımı bizzat yüzünüzde kenetledim. Hızla geçen ışık hüzmelerinin yansımaları o parlak gözlerinizden öyle net şekilde seyrediliyordu ki... Nefesimi yavaşça aralanan dudaklarımdan bir çırpıda dışarı verdim, kalbim tekliyordu, öyle ki avuç içlerimde hissedebiliyordum bu arsızın yakarışlarını. Gözleriniz benimle buluştu, gülümseyişiniz daha da yayıldı ve ben... ben oracıkta ölüvermeyi diledim. Daha fazlasına gerek yoktu, bu anımın son ve sonsuz olmasını istiyordum.
"Size değeceğini söylemiştim."
Kafamı belli belirsiz salladım, kendimde sizi sesli bir şekilde onaylayabilecek gücü bulamamıştım, kelimelerim de kifayetsizdi zaten. Bakışlarınız manidarlaştı, gülümseyişiniz dudaklarınızda hafif bir tebessüme evrildikten hemen sonra başparmağınız elimin üstünde gezinmeye başladı. Tanrım, dedim, bunu daha fazla kaldıramayacağım. Bedeninizi bana doğru çevirip bir adım daha yaklaştınız, aramızdaki mesafe neredeyse yok denecek kadar aza indirgenmişti. Kaskatı kesilmiştim, bakışlarım gözleriniz ve dudaklarınız arasında mekik dokuyor, bedenim size duyduğum özlem ve açlıkla kavruluyordu ancak yaklaşıp dudaklarınızla kavuşmak şöyle bir kalsın, parmağımın dahi kontrolü artık bende değildi, sözümü bedenime geçiremiyordum.
Bir eliniz sağ yanağıma hafifçe sürtündü, gözlerimi yumdum, artık teslimdim size, bana istediğinizi yapabilirdiniz, gıkım dahi çıkmazdı, razıydım kaderime zira sizin elinizden çıkan bir ölüm dahi bana bahşedilmiş kutsal bir mutluluk demekti. Parmaklarınız yüzümün her santiminde geziniyor, adeta beni ezberlemek istediğinizi, her parçamı bilmek istediğinizi söylüyordu bana. Ah, ben, bana ait değildim artık! Bu ruh, bu beden, her şey size aitti, ölene dek sadece sizin, hatta ölümden sonra bile! O yüzden tek bir saniye dahi ayırmayın gözlerinizi üzerimden, kutsal dokunuşlarınız bu zavallı bedenin her yerinde gezinsin, çorak toprağımda çicekler açtırsın, gidersin size karşı duyulan bu susuzluğumu.
"Öpün beni," diye fısıldadım avucunuzun içine. Öpün beni ve bu kaybolmuş ruhu cennetine kavuşturun.