Hz.Muhammed (s.a.v)'in Hayatı (part 3)

317 7 0
                                    

İsimleri ve künyeleri

Peygamber efendimizin en çok söylenilen ismi "Muhammed"dir. Bu isim, Kur'ân-ı kerîm'de Âl-i İmrân sûresi 144. âyette, Ahzab sûresi 40. âyette, Fetih sûresi 29. âyette ve Muhammed sûresi 22. âyetinde olmak üzere dört defâ geçmektedir. Saf sûresi 6. âyetinde ise Îsâ aleyhisselâmın ümmetine Ahmed ismiyle haber verdiği bildirilmektedir. Kur'ân-ı kerîm'de Muhammed ve Ahmed isminden başka, Resûl, Nebî, Şâhid, Beşîr, Nezîr, Mübeşşir, Münzîr, Dâ'i-i ilallah, Sirâcen Münîr, Raûf, Rahîm, Musaddık, Müzekkir, Müdessir, Abdullah, Kerîm, Hak, Mübîn, Nûr, Hâtemün-Nebiyyîn, Rahmet, Ni'met, Hâdi, Tâhâ, Yâsîn... diye anılmıştır. Bundan başka yine bâzıları Kur'ân-ı kerîm'de ve bâzıları da hadîs-i şerîflerde bir kısmı da daha önceki peygamberlere gönderilen mukaddes kitaplarda geçmiştir. Daha önceki peygamberlere indirilen kitaplarda geçen isimlerin çoğu, sıfat olup, mecâzen isim sayılan kelimelerdendir. Bunlardan bâzıları da şöyledir. Dahûk, Hamyata, Ahid, Paraklit, Mazmaz, Müşaffah, Münhamennâ, Muhtar, Rûhûl-Hak, Mukimüssünneh, Mukaddes, Hırz-ul-Ümmiyyîn, Mâlum... Peygamberimizin ismi İncîl'de "Ahmed" (Paraklit), Tevrât'ta ise "Münhamenna" olarak geçmiş olup, Süryanicede Muhammed ismi karşılığıdır. İncîl'de Peygamberimizin geleceği müjdelenip Paraklit kelimesiyle de ifâde edilmiştir ki, Ahmed ve Muhammed mânâsınadır. İncîl tahrif edilince bu kelimeler kasten değiştirilmiştir.

Peygamberimizin hadîs-i şerîflerinde ise Mâhi, Hâşir, Âkıb, Mükaffi, Nebüyyür-rahme, Nebiyyüt-Tevbe, Nebüyy-ü Melâhim, Kattâl, Mütevekkil, Fâtih, Hâtem, Mustafa, Ümmî, Kusem (her hayrı kendinde toplayan) isimleri geçmektedir. Bir hadîs-i şerîfte Sevgili Peygamberimiz; "Bana mahsus beş isim vardır: "Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im, ben Mâhi'yim ki, Allah benimle küfrü yok eder. Ben, Hâşir'im ki halk, kıyâmet günü benim izimce haşrolunacaktır. Ben, Âkıb'ım ki benden sonra peygamber yoktur." buyurdu.

Peygamberimizin hazret-i Hadîce'den doğan ve küçük yaşta vefât eden oğlu Kâsım'dan dolayı kendisine Ebü'l-Kâsım künyesi verilmiştir. Yine peygamberliğinden önce O'ndaki doğruluk, îtimâd, emîn, güvenilir olması gibi sayılamayacak kadar üstün meziyetlerden dolayı Kureyş kabîlesi ona "El-Emîn" ismini vermiştir.


Çocukluğu

Sevgili Peygamberimiz doğduktan sonra dokuz gün kadar annesi Âmine Hâtun tarafından emzirildi. Sonra Ebû Leheb'in câriyesi Süveybe Hâtun onu günlerce emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt annesine vermeleri âdetti.

Mekke'nin havası çok sıcak olduğundan, çocukları havası iyi, suyu tatlı olan civar yerlerdeki yaylalara gönderirler, çocuklar bir müddet oralarda, verildikleri süt annelerinin yanında kalırlardı. Her sene bu maksatla Mekke'ye birçok süt anaları gelir, birer çocuk alıp giderlerdi. Çocukları büyütüp teslim edince de çok ücret ve hediyeler alırlardı.

Peygamberimizin doğduğu sene de yaylalarda yaşayan Benî Sa'd kabilesinden bir çok süt anne Mekke'ye gelip herbiri emzirmek üzere birer çocuk almıştı. Benî Sa'd kabilesi Mekke civârındaki kabileler arasında şerefte, cömertlikte mertlik ve tevâzuda ve Arapçayı düzgün konuşmakta meşhur olduğundan Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri çocuklarını, daha çok, bu kabîleye vermek isterlerdi. O sene Benî Sa'd kabîlesinin yurdunda şiddetli bir kuraklık ve kıtlık olduğundan ücretle çocuk emzirip sıkıntılarını gidermek üzere, her senekinden daha çok süt annesi Mekke'ye gelmişti. Bilhassa zengin âilelerin çocuklarını alıyorlardı. Gelen kadınların herbiri birer çocuk almışlardı. Peygamber efendimiz yetim olduğu için fazla ücret alamama düşüncesiyle, henüz O'na tâlib olan çıkmamıştı. Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, hilmi (yumuşaklığı), hayâsı ve yüksek ahlâkıyla tanınmış Halîme Hâtun da vardı. Binek hayvanları zayıf olduğu için Mekke'ye ötekilerden geç gelmişti. Kocası ile Mekke'de dolaşarak zengin âilelerin çocuklarının alınmış olduğunu görmüşler, eli boş dönmemek için bir çocuk aramaya başlamışlardı. Nihâyet görünüşü ile hürmet celbeden, sîması çok sevimli bir zat ile karşılaştılar. Bu, Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere anlaştılar. Abdülmuttalib, Halîme Hâtunu Âmine'nin evine götürdü. Halîme Hâtun şöyle anlatır: "Çocuğun baş ucuna vardığımda O'nu, yünden beyaz bir kundağa sarılı, yeşil ipekten bir örtünün üstünde mışıl mışıl uyur gördüm. Etrafa misk kokusu yayılıyordu. Hayret içinde kalıp bir anda O'na öylesine ısındım ki uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsüne koyduğumda uyandı ve bana bakıp öyle bir tebessüm etti ki, kendimden geçtim. Annesi, böylesine güzel ve mübârek çocuğu bana vermez korkusuyla derhal yüzünü örtüp kucağıma aldım. Sağ mememi verdim, emmeye başladı. Sol mememi verdim, emmedi. Abdülmuttalib bana dedi ki: "Sana müjdeler olsun ki, hanımlar içinde senin gibi nîmete kavuşan olmadı." Âmine Hâtun da bana çocuğunu verdikten sonra şöyle dedi. "Ey Halîme, üç gün evvel bir nidâ işittim ki: "Senin oğluna süt verecek kadın Benî Sa'd kabîlesinden Ebû Züeyb soyundandır." diyordu." Ben de dedim ki; "Ben, Benî Sa'd kabîlesindenim ve babamın künyesi Ebû Züeyb'dir."

Hz. Muhammed (sav) ' in Hayatı (Uzun)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin