2.8

203 18 10
                                    


Kapının önünde öylece beklerken yan komşunun köpeğinin canavar gözlerle bana havlamasını dinlemek sinirlerimi bozuyordu. Sabah olmak üzereydi ve ben eve ancak gelmiştim. Kafamda yaşadığım, toparlamaya çalıştığım onca şey varken, bedenimin bu evde var olması yanlış geliyordu bana. Sanki kandırılmaktan daha çok, kandırıyormuşum gibi.

Ha birde kapının önündeki paspasın üzerinde öylece duran anahtarlarım vardı tabii. Hafif sarhoş kafayla açmaya çalıştığım kapıyı açamayacağımı anlatmak istercesine, yere bırakmıştı kendini.

Bende yine aynı baygın gözlerle yerdeki anahtarları izliyordum. O an için, o anahtarları eğilip yerden almak... zulüm gibiydi.

Ne olur Jimin, ne olur şu kapıyı aç. Ben kapıyı çalmak zorunda kalmadan, sana seslenmeden aç kapıyı. Yerlerde sürünen anahtarlarımla zorlamak zorunda bırakma beni.

Ne olur sanki ben bir şey yapmadan açsan kapıyı. 'Ben geldim.' dememe gerek kalmadan içeriye alsan beni? Söylememe gerek kalmasa, beni hissetsen?

Öyle olmuyor tabii.

Usulca götürdüm parmaklarımı kapı ziline. O anahatarı yerden almayacaktım.

Ben daha kapıyı bile çalmadan, o açtı bana kapıyı.

Hissetmişmiydi yoksa? Kalbimin gümbürtüsünü mü duymuştuda gelmişti? Eğer kendi anahtarlarımı kaybedersem, üşeyeceğimden mi korkmuştuda açmıştı kapıyı?

Ya da belkide sadece camdan geldiğimi görmüştür.

Gerçekçi yaklaşalım lütfen.

"Tanrım Jungkook!" Beni gördüğü an sanki tanıması bir kaç saniye sürmüş gibi önce beni baştan aşağı süzmüş, daha sonra ben olduğuma emin olduktan sonra boynuma atlamıştı.

"Nerdesin sen? Öldüm ben Jungkook.. öldüm meraktan." O kollarını boynuma sarmış bir şekilde çatlamaya başlayan sesiyle bana feryat ederken, boynuma düşen ıslak damlalarla irkildim. Benim buz gibi olan bedenime karşılık, kendisinin göz yaşları bile sıcacıktı.

Ev gibiydi. Sıcacık.

İstemsizce korkarak sardım kollarımı bedenine. Kollarımın arasında küçücük kalışını seviyordum. Aşkı kalbime sığmıyordu ama bedeni kollarıma sığıyordu işte.

Mucize dediğiniz şey her neyse, gölgeside bu olsa gerek.

Ne olup bittiğini bilmiyordum. Ne yapacaktım bilmiyordum, sadece olayların kontrolüm dışında geliştiğini biliyordum.

"Ağlama.. biliyorum seni korkuttum ama sinirliydim.. üzdüm biliyorum. Özür dilerim. Özür dilerim." Hıçkırıkları azalmaya başladığında sakinleştiğini düşünerek gevşettim bedenine sarılı kollarımı. Teması hiç kesmeden elimi eline dolayıp, onu açık kalan kapıdan, arkamdan gelmesine sebep oldum.

"Üşüyeceksin. Hiç uyudun mu?"

"Bir veya iki saat uyumuşumdur. İyiyim, merak etme."

"Neyseki bugün haftasonu, bütün gün bizim."

Bütün gün bizim olsun istemiştim. Ayrılık düşüncesi aklımdan silinsin istemiştim. Onun dudaklarında can bulmak istemiştim. Sabrımı sınayan davranışları sonumuz olmasın istemiştim.

"Jungkook.. uyumak istemiyorum." Elini hiç bırakmadan onu yatak odamıza doğru götürürken uyumak istemediğini söylemişti.

"Uyumak istemiyorsan belki..?"

Anında dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrılmıştı.

Ama çokta uzun sürmemişti. Tekrar asmıştı yüzünü. Anlamlandıramamıştım.

Ona dokunmayalı çok uzun zaman olmuştu. Çok.. çok uzun zaman.

"Konuşmalıyız kook. Önce konuşmalıyız."

Konuşmak istemiyorum.

"Şşş üşüyorum."

Basit bir 'üşüyorum' değil bu. Üşüyorum gel beni ısıt. Üşüyorum konuşmak istemiyorum. Üşüyorum sana ihtiyacım var. Üşüyorum kalbim soğuyor. Üşüyorum yardım et.

Sadece bir üşüyorum değil işte bu.

"Üşüyorum Jimin." Tuttuğum elini bırakıp elimi ensesine doğru attığımda hissettiği soğuklukla bir an irkilir gibi olmuştu. Kıkırdamıştım bu haline. Ama oda hemen hemen benimle aynı durumda sayılırdı. Sonuçta onca zaman Jimin'e dokunmamak demek, aynı zamanda Jungkook'a dokunmamak demekti.

Ben daha ona yaklaşmadan kapanmıştı gözleri. O an derin bir rahatlama hissetmiştim. Aslında bunca zaman, reddedilme ihtimalimde kafamı kurcalayıp duruyordu.

Artık 3 yıl önceki o deneyimsiz çocuklar değildik. Her konuyla dalga geçen, olgunlaşmamış genç ergenler değildik. Bireydik.

Dudaklarımı onunkilerin üzerine kapatmadan önce fısıldamıştım "seni seviyorum Jimin-ah." Onunkilere bastırdığım an karşılık bulan dudaklarım onun sıcaklığıyla titrememe sebep olurken bir kez daha hatırlamıştım onun kim olduğunu.

Park Jimin.

Her şeyiyle, Park Jimin.

İlk başta sakin ve masum başlayan öpücüğümüz, boşta kalan elimi beline sarmamla birlikte dahada derinleşmiş, kirli ve ıslak bir öpüşmenin içine sürüklemiştim onu.

Oda kollarını boynuma sarmış, kendi vücudunu benimkine bastırarak tüm sıcaklığını vücuduma yaymıştı.

Ensesinde duran elimi belindekiyle beraber aşık olduğum kalçalarına kadar indirmiş, tek hamlede baldırlarından tutarak kucağıma almıştım. Bir anlığına dudaklarımız ayrılsada, kendini kucağıma yerleştirdiğinden emin olduktan sonra tekrar dudaklarımızı birleştiren taraf kendisi olmuştu.

Biraz önce konuşmaktan bahsediyordu değil mi? Ama öyle değildi. Kendiside direnmeye çalışıyordu.

Kucağımdaki Jimin'le yatak odamıza doğru adımlarken sızlanmaya başladığını fark ettiğimde istemsizce tebessüm etmiştim. İlk seviştiğimiz geceyi hatırlatmıştı bu haraketi.

O günde böyleydik, aptalca kararlar alıyorduk. O günde kaybetmekten korkuyorduk.

Ama fark neydi şimdi? Artık hevesli insanlar değildik. Yaşamıştık birbirimizi doya doya. Seviyorduk, şüphesiz. Ama fark neydi?

Aklımdaki her şeyi bir kenara atıp, her şeyimle bu yaşadıklarımı bitirmek için çabalerken öyle göreceliydiki zaman, o gece daha ne kadar sürdü bilmiyorum. Daha ne kadar ona dokunduğum her saniye sızlanışlarıyla kendimden geçtim, bacaklarını belime doladığı her saniye nasılda tüm gücümle ona karışmak için uğraştım, vücudlarımızın her bir uzuvu yanmaya devam ederken birbirimizi nasılda kana kana içtik. Kimse bilmiyordu, bende bilmiyorum.

En sonunda ter içinde kalmış göğsümde göz yaşları içinde dinlenirken yaşlarını öpüyordum onun. Kalbim yanıyor her bir haraketinle. Korkuyorum, korkuttum biliyorum. Hatalarımdan ders çıkaramayan bencil bir adamım ben, dudaklarını öperken korkarım belki, ama yürekten seviyorum ruhunu. Hissettiremiyorsam eğer omuzlarımdaki geçmek bilmeyen yükten. Ne olursa olsun, sen yinede beni kalbinde sakla. Demekti bu bir yandan.

_

Bu bölümde daha açık bir smut yazıcaktım ama geriye dönüp baktığımda, marriedin özüne uymayacağını düşündüğümden yapmadım. Özellikle Jungkook'a bu kadar sövülürken.

Şunu söylemek isterimki ben 2. Sezona başlarken çocuğa bu kadar sövüleceğini tahmin etmemiştim. Tamam kızılacağını biliyordum, veya bela okunacağını ama iş beklediğimden kötü yerlere geldi. Bu yüzden açıklayayım. Arkadaşlar Jungkook Jimin'i seviyor. Zaten sevdiği için ayrılık düşüncesi kafasında dolaşıp duruyor. Kendisiyle beraber Jimin'ide tükettiğini düşündüğü için ayrılmak istiyor. Çocuğuma sövmeyin artık •-•'


MARRIED -jikook- texting Season:2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin