Güneş ve Ay birbiriyle ne kadar zıt olursa olsun birbirlerini tamamlar derler. Dünya yörüngesindeki dönüşünü tamamlarken Güneş ve Ay da aşklarını yaşarmış. Uzaktan uzağa, sadece bakarak severlermiş birbirlerini. Göz göze geldikleri nadirmiş. Yan yana gelmeleri daha da nadir... Yan yana biriktirdikleri aşklarını yaşar, bütün duygularıyla sevişirlermiş kısacık zamanda. Ay biriktirdiği özlem duygusuyla gün geçtikte sönerken Güneş özlem duygusuyla kavrulur yanarmış. Böyle büyük bir aşk ızdırap verici olurdu başkaları için. Ama asırlardır aşkları sır gibi saklayan Ay ve Güneş için artık alışılmıştı.
Dönemin aşıkları, Güneş ile birlikte gülüp gece çökünce Ay ile birlikte sükunete teslim olurmuş. Aşıkların aksine uyuyamadığı için oturup Ay ile sükunetini paylaşan birisi daha vardı. Odasında, camın önüne koyduğu koltuğuna oturmuş kulağına dolan şarkıyı fısıldıyordu kimsenin duymayacağını bilerek. Gerçi duysalarda pek umurlarında olacağını sanmıyordu.
Sarı kıvırcık saçları bütün ıslaklığıyla alnına dökülüyor akan sular ise çıplak vücuduna damlıyordu. Ara sıra gözlerini kısıp sanki karşısında bir insan varmış gibi Ay'ın içinden geçeni okumaya çalışıyordu. Ona göre Ay'ın içinden geçen sevdiğine bir ömür kavuşamadağı için sönüşüydü. Arkasında durup onu aydınlatan Güneş varlığı belli etmek için Ay'ı parlatıyordu ama bu Ay'ın sönüşünün en büyük kanıtıydı. Artık aşkına tek başına sahip çıkamıyordu Güneş, vazgeçiyordu.
Ay gidip Güneş gelinceye kadar orda oturdu. Hareket dâhi etmeyip sadece baktı. Batı cephesine bakan camı ne kadar güneşi görmese de arkadan gelen ışığının karşı binaya çarpışı net bir şekilde görüyordu.
Sokaklar yavaş yavaş araba sesleriyle dolup, sokak araları koşuşturmacalara ev sahipliği yaparken artık kalkıp evden çıkması gerektiğinin farkındaydı. Ama yine de hareket etmeyip güneşin batışını izlemek istiyordu.
Çalan telefonu evden çıkmak için son çağrılarını yaparken uyuşmuş bedenini kaldırıp kıyafetleri için ayırdığı odaya gitti. Duvardan duvara bir dolap ve saatlerini ve takılarını koyduğu küçük bir vitrini olan odada küçük bir minder ve ayakkabıları için kapalı bir dolap da vardı. Mobilyalar göz yormayacak şekilde seçilmiş ve yerleştirilmişti.
Siyah eşofmanının üzerine siyah bir tişört geçirip kapının yanındaki spor çantasını aldı. Odasına geri döndü, cüzdan ve telefonunu alıp ufak salonuna doğru ilerledi. Orta masanın üzerindeki anahtarlarını da çantasına koyup evden çıkmak üzere kapıya yöneldi.
Yürüyerek geldiği spor salonunda aradığı yüzü bulmak için koca salonda tur atmış sonuç olarak aradığı kişinin gelmediğine karar vermişti.
"Chan hyung!" Hızlı hızlı ona doğru yürüyen terli vücudu süzüp bakışlarını arkadaşının yüzünde çevirdi. Uzun zamandır burada gibiydi.
"Az önce koskoca Seo Changbin'in hayatını kurtardım. Namjoon Hyung ortalıkta yoktu. Ortalıkta hiç kimse yoktu hyung. Ben de orada olmasaydım ne olurdu yalnızca Tanrı biliyor." Sarı saçları ardından gamzelerini göstererek kocaman güldü arkadaşına Chan. Uykusuzluğu vücudunu terk etmiş yerini koca bir enerjiye bırakmıştı.
"Namjoon hyung nerede? Dün ki maçtan sonra bir daha görmedim onu. Sonra konuşalım dedi ama ortalıkta yok."
Jisung gözlerini etrafta gezdirip az önceki olayın heyecanını atmaya çalışırken omzunu silkti bilmiyorum dercesine.
"İzin vermiştir kendine, maçlarda oynayandan çok yoruluyor izlerken. Hehehe." Jisung büyüğünün kolundan tutup soyunma odalarına doğru giderken Changbin az önce atlattığı tehlikeden sonra daha fazla spor salonunda kalmak istemediği için soyunma odasına çantasını almaya gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Channie's Room // 2chan
FanfictionOn tiring nights and busy daytimes Please make room in your heart for me to rest I'll do better when you share your love with me • • Kurgu tamamen şahsıma ait olup bütün hakları küçük bir defterin sayfalarında saklıdır.