ayakları çıplak ve kendisi umursamaz

55 13 53
                                    

ömrü yeni yaşa basmış çoktan. ayakları çıplak, çimenin nemi hasta edecekken umarsızca koşuyor minik. annesi sesleniyor ismini, cebindeki çorapları çıkartıp fark ettirmeden giyiyor, gidiyor hemencecik yanına. eline soyulmuş haşlanmış patates sıkıştırıyor, küçük parmakları sıcaklıklığıyla yanıyor, üfleyiveriyor.

ablasının elinde bir kağıt, yaklaşınca sinirlenip saklıyor. abisi babasına yaranmak için olgun durmaya çalışıyor. erken yaşta büyümüş karakterine zıt hâlâ on üçünde veledin yüzü. babasına göz ucuyla bakıyor, çatılmış kaşlarının ortasında çizgiyi görüp korkuyor. çekiliyor tekrardan mahzenine, koşuyor; ayakları çıplak. yere uzanıyor, besmele çekip yiyiyor patetesini.

uzandığı ağacın gölgesine güneş vuruyor ara sıra, parmaklarıyla engelliyor. yapraklar hışırdıyor ve kuşlar ahenkle ötüşüyor. haraketsiz duruyor dakikalarca, yanına kuşlar konuyor. omuzunun üstüne yatıyor, nefes almaya bile korkuyor göçerler korkusuyla. patatesinden küçük bir parça kopartıyor ve atıyor, uçuşuyorlar. "hayır!" diye bağırıp kaçmalarını kabullenemiyor. gözleri doluyor, biraz sonra hepsi geri dönüyor, o da eski neşesine... sevinçle patatesi gagalıyorlar, birbirlerinin üzerlerine çıkıyor ve küçük kız ağzını iki eliyle kapatıp kıkırdıyor. yazlar onu kahkahaya boğardı.

sıkılıyor. seke seke başka diyarlar arıyor kendine. hardal bir kedi görüyor; tüyleri uzun, gövdesi beyaz ve hava mavi renk gözünde -sadece en sevdiği renk havanın rengi olabilirdi-

yanına varıyor güzel kedinin. güneşin mahmurluğu çökmüş üzerine, kapatmış gözlerini uyukluyor. bıyıklarına değiyor kız, rahatsız olup ayaklanıyor, dizlerini karnına çekmiş izliyor ufaklık. sırnaşıyor kıza, ıslak burnuna değiyor. sümüklü... adını sümüklü koymuştu, kucağına aldı kediyi. elbisesini tırmaladı ama bundan mutluluk duymuştu, gerildi. kendi etrafında dönüp kızın kırmızı elbisesinde uykuya daldı, okşamıştı bu sırada tüylerini doyasıya. yerdeki papatyalardan özür diledi, kopardı bir tanesini. gözleri buğulu, ha aktı ha akacak... huzurunu kaybetmek istemiyordu, o da kapattı gözlerini.

sonra... sonra gece çöktü, hava karardı. kız uyandı ve ağladı.

hava aydınlandı; gök gri, kucağındaki papatya hardal ve elindeki kedi beyazdı.

şaşırdı. ayağa kalkmak için kediyi uyandırdı, elbisesinin açık bıraktığı bacağını tırmaladı, acıyla inledi. gök gürledi, yaz çoktan geçmişti. koştu. derenin yanına gitti ve yüzüne baktı. babasına benzemişti... alnında belli belirsiz çatılmış on altısında bir kız gibiydi. elbisesine baktı, hayli küçük geliyordu, kedinin tırmaladıği yer ise kanıyor. artık kedileri sevmiyordu.

altında uzandığı ağaca koştu, çimenlerin nemini hissedemiyordu. yeni uyandım, herhal bundandır. başka ne olacak ki!

olabilecek bir çok şey olmuş, büyümüştü.

annesi onun için patetesin kabuklarını soymaz, ablası yazıp okumaz, abisi babasının kopyası ve babası... babası ise onu içi dışına çıkana kadar ağlatan, bazı zamanlar ise ilahsızmışçasına yok olmayı düşündürmeye sevk eden birine dönüştürmüştü.

ağacın altında gölge serinletmiyordu artık onu, kuşları göçmüştü çoktan. seslerini duymaz, yanına gelmez olmuştu. camını sabah ezanlarında açtığında seslerini duymayacak... hayır! göçmen kırlangıçlar onu mayıs ayında ziyarete gelecekti. komşu kızıyla teraslarına çıkıp izleyecekti. eskisi gibi selam verircesine dans edeceklerdi gökyüzünde, bunu umuyordu.

umduğunu bulamadı. bir daha hiç gelmediler...

on kuruşlarını ekmesine rağmen para ağacına dönüşmemişlerdi. tamamen hayâl kırıklığı derken nasıl böyle ahmakca hayâlleriyle çıkmasını beklerdi ki.

durdu. bu cümleye aşinaydı "paralardan ağaç olmaz. bu kadar saçma düşünme. ah cidden hemen büyümelisin zirâ düşüncelerin çok saçma." babası derdi ona bunu ve şimdi kendisi aynı düşüncedeydi. büyümüş müydü? hayır, asla!

korkusu zamanı durduramadı, akıp geçti acımasızca. gözlerini açıp kapattığında kahkalara boğuldu yaz,eskisi gibi değildi.

gri havada ağlıyordu şimdi kız omuzları sarsılana kadar. hani, neredeydi onu kahkahaya boğan yazlar?

saçlarına minik bir el deydi, gözlerini silip döndü arkasına. elbisesi bileklerine değin gelen kendisi, otuz iki diş gülüyordu büyümüş hâline.

-"abla bak, ikimizin de cicileri aynı." ağır bir tebessüm yayıldı çehresinde, tatlı...

"evet ablacım, aynı." elindeki hardal papatyaya bakıp şaşkınlıkla açtı ağzını ve gözleri yerinden çıkarcasına büyüdü.

" aa bak! benimde beyaz papatyam var, seninki hardal aynı demin sevdiğim kedi gibi. nereden buldun o papatyayı?" dudaklarını ısırdı büyük kız, başını gökyüzüne kaldırdı ve gözlerini hızlıca kırpıştırdı; gökte uçan kuşların sesi gelmiyordu.

"ben büyüyüm ya ablacım, o yüzden buldum. büyüklerin her şeyi çorba gibidir; kedinin hardal rengi papatya, papatyanın beyazı kedi olur. oluyormuş..." küçük kız yüzünü buruşturdu.

"mercimek çorbası gibi mi yoksa yayla çorbası gibi mi?" hafifçe kıkırdadı büyük kız, küçük kendisinin yanaklarını okşadı.

"yayla çorbası gibi." dilini çıkardı; "ıyy, ben yayla çorbası sevmem ki!"

koşmaktan al al olmuş yanaklarından çekti kirli ellerini. onun da yüzünü pisletmişti, elinin tersiyle temizlemeye çalıştı ama daha da bulaştırmıştı. lekeler nasıl da emanet duruyordu yedi yaşındaki yüzünde.

"eğer o karışık çorbayı sevmiyorsan, olabildiğince büyümemeye çalış minik." başını salladı ve yine tüm içtenliğiyle gülümsemişti.

"kuşlar çok güzel ötüyorlar, değil mi?"

"ben... ben duyamıyorum seslerini."

"yaa, üzülme abla. hadi gel para ağacı dikelim." küçük hâli elini uzattı olgunlaşmış genç kız hâline.

"ama... ama ablacım. ne kadar uğraşsanda para ağacın çıkmaz ki." minik kız durdu, elini yavaşça indirdi, yüzünde ifadesizlik hâkim oldu. kendisine o an iğrenç bir tiksinti duymuştu, babasından farkı kalmamıştı.

geri geri adımlar attı ve ağacın gölgesinden çıktı, sarı saçlarına güneş vurup parıldatıyordu. "kuşların cıvıltısını duyamayan büyüklerden nasıl hayâl kuracağım hakkında fikir almayacağım." elindeki beyaz papatyayla uzaklaşırken güneş onu takip etti, geride bıraktığı kırsal yerde ise yoğun yağmur ıslatıyordu büyükleri.

öyle bir varlık var ki yalnızca terazinin bir yanı ağır basmaktadır. orada on üç yaş altı olamaz, hayaller kuramaz, ümit yaşayamaz, safça düşünceler bulunamazdı, kuşlar ötmez yazlar çimen kokmaz; saflığın artık ruhta durmadığı büyümüşlük hâli... onlar için artık her şey bayat ve yavandır.

geçmiş yıllarıma☆

☆geçmiş yıllarıma☆

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Hani Seni Kahkahaya Boğan Yazların?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin