"Önünde yedi tane kapı var."
Sırtımdan aşağı soğuk terler akarken duyduğum sözleri kavramakta zorlanıyordum.
"Bunlardan sadece bir tanesi doğru kapı."
Peşimde olduklarını elbette biliyordum ama bu kadar erken beklemiyordum.
"Üç hakkın var! Onları tükettiğin takdirde hâlâ doğru kapıyı bulamamamış olursan..."
Cümlesini yarıda bırakması gerilmeme neden olunca "Bulamamış olursam..." diyerek onu tekrar ettim titrek bir sesle.
"Cehennemi boylarsın dememi kelime oyunu olarak algılamazsın değil mi?" Ağır ağır yutkunamadım resmen.
"Sana ufak bir iyilikde de bulunacağım elbette: Doğru kapıyı bulabilmen için odanın dört bir yanında ipuçları var. Hatta belki o ipuçları yanlış kapıları da gösterebilir. Umarım iyi gözlem yapabiliyorsundur ve algısal yetin seni kurtabilecek kadar başarılıdır. Bol şans."
Sanki ayaklarım yere çivilerle çakılmıştı, kıpırdayamıyordum, ama bana bunu yapan o değildi. Başıma geleceklerden korkuyordum sanki, karşımdaki ihtişamlı kapılardan korkuyordum. Ortaçağ mimarisi mi yoksa Ortaçağ gaddarlığı mı demeliydim bu duruma?
Kalbim göğsümde gümbür gümbür atarken, her bir kapıyı yakından incelemekten kendimi alıkoyamadım.
Doğru kapı özgürlüğe giden bir yolu mu saklıyordu ardında yoksa bu onların, karanlık taraftakilerin bana oynadığı bir oyun muydu?
Derin bir nefes aldım, rutubetli hava ciğerlerimi yakıyordu sanki. Daha fazla zaman kaybetmeden doğru seçimi yapmama yardımcı olabilecek herhangi bir ipucu arayarak odayı inceledim. Odanın ortasında duran tek bir sandık dışında duvarlar neredeyse çıplaktı. Yanıp sönen florasan lambalar zaten yerinde olmayan akıl sağlığımı bozuyordu. Eski ve yıpranmış, menteşeleri paslı ve solmuş, dökülen bir yüzeyi vardı sandığın.
Bu sandık kaçışımın anahtarını tutabilir miydi? Dikkatlice yaklaştım, gözlerim herhangi bir kilit veya anahtar deliği izi bulmak için yüzeyini tarıyordu. Ama nafile...
Onun yerine sandıkta, ahşaba hassasiyet ve özenle kazınmış garip işaretler ve semboller vardı. Daha once hiç görmediğim sembollerle.
Anlamlarını çözemedim ama sanki canlılardı.
Etrafa dünya dışı bir enerji saçıyor ve bir kalp gibi atıyorlardı.Sandığa dikkat kesilmiş onu izliyorken kulağımda yumuşak ve garip bir şekilde tiz bir fısıltı duydum. "Sadece üç şansın var", "Akıllıca seç yoksa burası sonsuza kadar cehennemin olur."
Etrafımda döndüm ama kimse yoktu. Kalbim hızla çarparken sandığa döndüm. Ses acaba sandıktan mı geliyordu.
Daha fazla paronoyaklaşmadan sembolleri daha yakından inceledim. Çözülmeyi bekleyen bir bilmece gibiydiler, bir düzenle dizilmiş ve anlattıkları şeye göre duzenleri değişiyor gibiydi.Bunun gibi semboller hakkında okuduğum veya duyduğum her şeyi hatırlamak için beynimi zorladım. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Sanki hiç var olmayan bir dildendiler ve benden bu dili var etmemi istiyorlardı.
Sandığın sağ tarafındaki sembollerde garip bir şey fark ettiğimde umudumu yitirmek üzereydim. Hisslerime, duygularıma tepki olarak yer değiştiriyor kendilerini yeniden düzenliyor gibiydiler.
Elimi sembollere bastırdım ve şaşkınlık içinde yumuşak, titreşen bir ışıkla parlamaya başladılar. Sanki büyük bir keşfin eşiğindeymişim gibi, göğsümde bir heyecan dalgası hissettim.
Ani bir enerji patlamasıyla sembolleri yeni bir düzene soktum ve sandık gıcırdayarak açıldı.
Böylece içindeki küçük, parıldayan o nesne ortaya çıktı.