Okurların dikkatine:Gökyüzünün asla mavi olmadığı, güneşin kırmızı doğduğu bir dünya düşünün. Dağların çoğu bulutları aşmış, kurulan krallıkların ömürlerini tanrılara olan bağlılıkları belirlemiş. Burada pek peri masalları gerçekleşmez. Zira anlatıcınız olan ben de peri masallarına pek inanmam.
Her türlü masalsı yaratığın vahşi ormanlarda yaşadığı, insanların güçlü olabildikleri kadar var oldukları bir dünyaydı burası. Sizin normallerinizin geçerli olmadığı, tüm normallerin uzun zamanlar önce, tanrıların savaşında değiştiği bir dünyaydı burası. Savaşın zararlarından, getirdiği cehennemden ve aldığı canlardan bu kısımda bahsetmeyeceğim.
Tanrılarımızı şimdiden yargılamanızı istemem çünkü
Sadece keşfedilmiş diyarlarda hüküm süren üç büyük krallık vardı. Her birinin kendi kültürü, halkının belli ayırt edici özellikleri vardı. Her bir krallığın uzun, kanlı birer tarihi; hepsini gözeten ayrı tanrıları vardı. Son yüz asırlarda tanrıların kendilerini göstermemeleri krallıktaki vatandaşların canını sıksa da kimse tanrıların onları unuttuğunu söylemeye cesaret edemezdi.
Arneis Krallığı kızıl güneşin tanrısının kutsamasıyla var olmuştu, onlar ışık getirene*
bağlıydılar. Tanrılarının izniyle ışığı kontrol ederlerdi, kraliyet ailesindeki herkesin ışığı kontrol etme gücü nesiller değiştikçe zayıflamış, eski zamanların krallarının portrelerindeki alev kırmızısı saçlardan pek eser kalmamıştı.Delici bakışları, herkesten üstün olduklarını haykırırdı. Arneis Krallığı bitmek bilmeyen kibirleriyle bilinirdi. Onlar kendileriyle övünmezlerdi, onlar övüncün ta kendisiydiler. Her basit leggero (ışığın kutsamasını alanlar) kurnazlıktan zevk alırdı. Güneşi sonuna kadar savunurlar, diğer krallıkların onlara boyun eğmesi gerektiğini düşünürlerdi. Krallıklar arası çıkacak bir savaşı onların başlatacağını herkes biliyordu.
Arneis krallığının veliahtı Hyunjin ise nesiller sonra alev kırmızısı saçla doğan ilk kişiydi. Gücünü kullandığında kutsal bir sarılıkla parlardı irisleri, öyle bir parlaklıktı ki bu normal bir insan doğrudan Hyunjin'e baksa kör olurdu. Öyle muazzam bir şekilde kontrol edebiliyordu ki ışığı, büyüdüğü zaman istediği her yeri güneşten mahrum bırakabileceğini söylüyorlardı.
Hyunjin isterse bilinen dünyadan ışığı çekip koparabilirdi.
Üç büyük krallıktan ikincisi maviliğin kutsallığı altında kurulmuştu. Denizlerin, göllerin tanrısına itaat eden Ghemme Krallığı suya inanırdı. Nesillerdir mavi gözlerle ve mavi saçlarla doğan kraliyet ailesi, onların aksine bu özelliklerini kaybetmeye başlayan Arneis Krallığına buldukları her diplomatik fırsatta bunu hatırlatmaktan zevk alırlardı.
Ghemme'nin veliaht prensi jisung'un doğumuyla ilgili birçok söylenti vardı (ne kadarının doğru olduğunu size hemen söylemeyeceğim) Söylentilerin biri onun doğduğu gün tüm denizlerin şahlandığıyla ilgiliydi. Diğeri onun doğumuyla dört şehrin sular altında kaldığını söylerdi. Suyun etkisinde olan Ghemme kraliyet ailesi her ne kadar durgun su gibi gözükseler de ne zaman delirecekleri belli olmuyordu.
Suyun ne zaman şahlanacağı belli olmazdı.
Sonolular (suyun sahipleri) delilikle dahilik arasında gezerlerdi. En güzel resimler, kıtanın tümünde duyulan şarkılar hep Ghemmeden yayılırdı. Su gibi insanı büyüler, hiç fark etmeden içlerine çekerlerdi Ghemmeli sanatçıların eserleri. Sono halkı o kadar güzeldi ki diğer krallıklardan gelenler sonolu kızları ilk başta peri sanarlardı. Çoğu kumral saçla ve yeşil gözlerle doğarlardı. Mavi gözle doğan sonolu bir çocuk suyu sahiplenir, suyu yönetme yeteneğini kuşanırdı.
Ghemme krallığı suyun ve gökyüzünün annesi her şeyi kucaklayan Neftisi'ye dua ederlerdi. Her şeyin eninde sonunda suya döneceğini bilirler, suyu başlangıç, son ve sonsuzluk olarak görürlerdi. Sonolular sadece suyu kabullenmezlerdi. Gökyüzünü, tüm doğayı ve hayvanları kabul ederler; her canlıyla barış içinde kalmaya çalışırlardı.
Bunların dışında sürekli halkın içinde olan leggero veliahtı Hyunjinin aksine sono veliahtı Jisung kendisini şelalelerin içindeki Ghemme kalesine kapatmıştı. Veliaht Jisung'un kendisini göstermemesi halk için pek sorun teşkil etmezdi.
Suyun gizli kalması beklenmedik değildi.
Geriye kalan son krallık olan Amabile krallığında gece hüküm sürerdi. Ayın kutsamasını alan Amabile Krallığında doğanlar genel olarak bembeyaz tenlere ve göz kamaştıran gümüşi saçlara sahiptiler. Karanlığı bükerler, gecenin içinde hissedilmeden dolaşırlardı. Gece onların eviydi, kuzgunlar en yakın dostları.
Alacakaranlıkta güçlenirlerdi. Alacakaranlığın lordu, kuzgunların babası, ismi uzun zaman önce geçen asırlarca yutulmuş, gözden düşmüş olsa da Crepscula* için alırlardı canları. Aldıkları her canla biraz daha karanlığa batarlardı (inanın hiçbiri bundan şikayetçi değildi.)
Çokça avcı ve suikast loncasına ev sahipliği yapardı Amabile, ayın kutsamasıyla doğan lunalılar (ayın çocukları) kraliyet ailesi kadar olmasa da geceyi evleri yapabilirlerdi. Geceleri adım sesleri duyulmazdı lunalıların, kutsanmışlar ise kraliyet ailesi kadar olmasa da karanlığı bükme yeteneğine sahip olabilirlerdi. Yapı olarak inatçıydılar, boyun eğmezlerdi ve tüm Amabilelerin birlik olduğu bir konu vardı.
Veliahtlarının tam bir lanetli olduğu
Veliaht prens Jeongin en başta her lunalı prens gibi bembeyaz saçlarla doğmuştu. Karanlıkta oynamayı daha çok sevmiş, bebekliğinde geceleri uyumayı reddetmişti. Ama üç yaşından sonra prenste birtakım farklılıklar ortaya çıkmıştı. Saçının bir tutamı simsiyah olmuştu mesela. Dadısıyla çıktığı gece yürüyüşünde karanlıktan önünü görememişti. Ayın çocukları her zaman karanlıkta yönlerini bulurlardı oysa. Bundan sonra tuhaflaşan durumdan tüm ülke rahatsızdı.
Gece veliahtını reddediyordu.
Prens jeongin o kadar korkuyordu ki karanlıktan ve geceden bu durum tüm sarayın onu lanetli görmesine neden olmuştu. Gecenin reddini kendince kabul eden prens ise sarayda sessizce sonunu beklemeye koyulmuştu.
Onun bekleyişi sürerken Arneisin savaş çağırısını yapmıştı. Amaçları tüm krallıklara boyun eğdirmekti. Veliahtları olmadan güçsüz düşen Amaible krallığı çareyi tanrılarına seslenmekte bulmuştu. Sonuçta ayın lordu lanetlediği prensin kurban olarak sunulduğu bu ayine kesinlikle yanıt verecekti.
Hikayenin devamını merak ediyor musunuz? Dinlemeye meraklı olanlar için anlatmaya başlıyorum o zaman
—
*eski zamanlarda ışık getirene Lucifer dendiği sıkça görülmüştür*anlamayanlar için açıklamak gerekirse bu kelime karanlıktan güç alan alacakaranlık anlamına gelmektedir. kabullendikleri tanrının yüce adı değil ona yakın olabilecek bir takma addır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sudavinas | jeongho
FanfictionÜç krallığın da kendi kaoslarında boğulduğu bir dönemde Amabile Kralı Hyunjin'in başlattığı dalga herkesi onlar fark etmeden etkilemeye başlamıştı bile. Gölgelerden korkan Prens Jeongin her şeyden vazgeçmişken kimsenin tanımadığı Prens Jisung saklan...