Finalimiz düzyazı olacakkk. Ama sabah 5 civarı yazdığım için kaliteli olmamış olabilir. Kontrol etmek de benlik değil ehe. Neyse, iyi okumalar. LÜTFEN OY VERELİM
_________________________________________________________________
Konuma yaklaştığımı bildiren sesi duyduğumda çoktan bana el sallayan Felix'i göz hapsine almıştım bile. Çok güzel bir gün geçirmiştik. Sinemadan önce yemek yemiş salonun yanında bulunan küçük oyunlardan oynamıştık. Sonrasında ise hala seansımıza bir saat olduğu için patlamış mısırlarımızı alıp sohbet etmiştik. Sohbete çok dalınca da mısırlarımızın bittiğini fark edip ortak bir kova almıştık ve ben bu fırsatı tabii ki kaçırmamıştım. Film boyunca Felix'in elinin ne zaman kovaya girdiğini görsem ben de elimi kovanın içerisinde onunkiyle buluşturmuş ve karanlık ve sessiz salondaki küçük kıkırtılarını dinlemiştim. Neyse ki salon çok dolu değildi de şikayet eden olmamıştı.
Salondan çıktıktan sonra ise aynı bana söz verdiği gibi küçük bir sınav yapmıştı bana. Beş tane soru sormuştu ve benim her doğru cevabımda hafifçe gülümsemişti. Sorular fazlasıyla kolaydı, sanırım sınavı geçmemi kendisi de çok istemişti. Hepsini bildiğimde ise suratını kocaman bir gülümseme kaplamıştı ve ödülü kazandığımı söyleyip ellerimi sıkmıştı. Mutluluğu o kadar güzeldi ki. Bu kadar yakından şahit olduğum için kendimi çok şanslı hissetmiştim. Sonra aniden gözleri parladı ve yanağımı öpüp kaçtı. Kelimenin tam anlamıyla, kaçtı. O kadar sevimliydi ki tepki bile veremedim.
Onu ilk ne zaman sevmeye başladım hiç bilemiyorum. Ama sanırım bir senedir seviyorum diyebilirim. Konuşmadan nasıl dayandım onu da bilmiyorum. Benim küçük kedim, ay tanem, gün ışığım. Ama o gün iyi ki o mesajı atmışım. İyi ki o ağlarken oradaymışım. Ağlamasını tabii ki asla istemezdim ama en azından oradaydım. Artık elim kolum bağlı uzakta oturmama gerek yok. Ona istediğim gibi yardım edebilirim. Onu her düştüğünde kaldırabilirim, ona değnek olabilirim.
Şimdi karşımda bana zıplayarak el sallıyor. Son görüşmemizin üzerinden bir saat bile geçmemiş ama yıllardır görüşmemiş gibi özlemişim. O da beni gördüğüne mutlu görünüyor. Onu o kadar seviyorum ki sarılmak için koşasım gelmiyor değil ama kendimi tutuyorum. Yanına vardığımda gülümsüyor bana. Selam veriyor tekrar yanağımdan öpüyor sonra.
"Özledin mi beni?" Bir saatten az oldu ama deli gibi özledim diyemiyorum, kıkırdıyorum onun yerine, kafamı aşağı yukarı oynatıyorum sonra da. Makyajını çıkarmamış, sanırım beni çağırmak zaten planları arasındaymış, böylece bunu anlıyorum.
Elini uzatıyor bana, "Gel banka oturalım." Cevabımı beklemeden elimi tutup banka çekiştiriyor. İçinde hiç bitmeyen bir enerji var. Aslında anlıyorum, benim de var çünkü. Sanırım buna sevdiğinin yanında olmasının etkisi denebilir. Evet, beni sevdiğinden eminim çünkü bana başka kimseye davrandığı gibi davranmıyor. Kendisi henüz farkında mı bilemiyorum tabii; ama gerekirse farkına varana kadar beklerim, gittiğim bir yer yok sonuçta.
Bankta otururken tatlı tatlı konuşuyor benimle, sesinde heyecan var. Önce filmden bahsediyor, sonra konu bir şekilde arkadaşlarımıza geliyor Chan ve Changbin arasında geçen saçma tartışmadan bahsedip gülüşüyoruz. Changbin ve Seungmin'in ilişkisinden bahsediyor, ne kadar tatlı olduklarını anlatıyor. Changbin gibi sert duruşlu, kalıplı bir herifin aşk kuşu olduğunu öğreniyorum. Arkadaşı Jisung'tan bahsediyor, Minho denen bir elemandan hoşlanıyormuş ama çocuğu şimdiden kölesi etmiş bile. Ben de sana köle oldum diyemiyorum. Konu bir şekilde benim arkadaşlarıma geliyor. Hyunjin'den bahsediyorum ona, Chan'ı zaten tanıyor.
Konuşmalarımız devam ediyor. Ne zaman hava karardı anlayamıyoruz. Saatlerce konuşuyoruz, her buluştuğumuzda olduğu gibi yine zaman kavramını kaybediyoruz. Yanımda bülbül gibi şakıyor, bıcır bıcır konuşuyor. Yanaklarını ısırmamak için zor duruyorum. Ama dayanamıyorum, o heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırken elimi yanağına koyuyorum. Ne yaptığımı fark ettiğimde her şey için çok geç oluyor.
"Ah, özür dilerim." Derin bir nefes veriyorum. "Çok tatlı konuşuyorsun, dayanamadım." Kıkırdıyor sözlerime. Yanağındaki elime yaslanıyor önce, sonra ise başını elime doğru çevirip minik bir öpücük konduruyor. Büyülenmiş gibi bakıyorum ona, dudaklarını avcumun içinde hissetmek öyle bir his ki kalbim pır pır ediyor. Bakışlarımı görünce tekrar kıkırdıyor.
"Biliyor musun Jeongin?" Elim hala yanağında, mantıklı düşünemiyorum. "Ben," ellerini ensemde birleştiriyor. Bir sonraki hamlesinin bilincindeyim fakat inanamıyorum, beynim kabul etmiyor. "...senden," sözcükler dudaklarından çok yavaşça çıkıyor ya da fazla yakın olduğumuzdan algıda zorlanıyorum. Şimdi ensemdeki saçlarla oynuyor hafifçe, "... çok hoşlanıyorum." Sonunda birleştiriyor dudaklarımızı.
Kalp şeklindeki dudakları sıcacık. Eriyormuşum gibi geliyor. Alt dudağımı emiyor hafifçe bırakmadan önce. Çok uzun bir öpüşme olmasa da bana saatlerce sürmüş gibi geliyor. Önce dudaklarımdan ayrılan dudaklarına, sonra da gözlerine şapşalca bakıyorum. Yanakları hafif kızarmış, yine fazlasıyla tatlı. Hafifçe gülümsüyor, ben de karşılık veriyorum. Bir çocuk gibi mutluyum.
"Ödülünü yarın verecektim," Cümlesini kurarken utançla başını yere doğru çevirip parmaklarımla oynuyor. Utanınca bile bana sığınması hoşuma gidiyor. Sonra başını aniden kaldırıp gülümseyerek bana bakıyor. "... ama çok tatlı konuşuyordun, dayanamadım." Bu sefer ben öpüyorum onu. O gün annesi balkondan Felix'e eve gelmesini bağırana kadar öpüşüyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pretty pretty, jeonglix
Fanfictionfelix kendini sevmiyor ve bunu farkeden tek kişi jeongin ✨for my lune✨